“Kötü gazetecilik konusunda bir rehber” sloganıyla tanıtımı yapılan “Sıfır Sayı” tipik bir Umberto Eco kitabı aslında. Yarattığı karakterleri, gerçekte yaşanmış ve dünya tarihine damga vurmuş olayların içerisine çok iyi yedirmiş yine.
Ama peşinen söylemeliyim –daha önce Gülün Adı ile Foucault Sarkacı’nı okumuştum, Prag Mezarlığı okunmak için bekliyor- en kolay okunan kitabı. Ve mizah düzeyi hayli yüksek bir roman. Hele başlarda Romano Braggadocio’nun yaptığı araba analizi, beni resmen gülme krizini soktu. Bir ara kulağımın dibinde Fatih Askar konuşuyor sandım.
’Sıfır Sayı’ da Umberto Eco anlatacaklarını, bırakın kazanmayı, 50 yaşına kadar beraberlik yüzü görmemiş, sürekli kaybeden Colonna adlı gazeteci üzerinden anlatıyor . Fonda ise İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren 50 yıllık bir tarih yer alıyor. Yani Gladio –bizde de bir dönem hayli kanlı bir etkisi olmuş, rahmetli Uğur Mumcu da epey yazmıştı-, bir Papa’ya suikast, başka bir Papa’nın öldürülmesi, Bozkurtlar, hükümet darbeleri, gizli servislerle terör örgütlerinin karmaşık ilişkileri ve elbette Kızıl Tugaylar…
Ve sıkı durun; Colonna’nın çalışma arkadaşı Braggadocio, hiç yayınlamayacak gazete için, öldürülmediğine ve Arjantin’de yaşadığına inandığı Benito Mussolini’yi araştırmasıyla olaylar daha bir karmaşık bir hal alıyor.
Son olarak şunu söylemek istiyorum; bugüne kadar hiç Umberto Eco okumamış ve ortamlarda suskun kalmak istemeyenler için iyi bir başlangıç olabilir “Sıfır Sayı”. Eco sevenler zaten okumuştur 2015’te yayımlanan bu romanı ya da mutlaka okuyacaktır.
Adet olduğu üzere kitaptan;
''Kaybedenler, kendi kendini yetiştirmiş kişiler gibi, kazananlara oranla çok daha geniş bir bilgi ağına sahiptirler. Kazanmak istiyorsan tek bir şey bilmen, her şeyi bilmekle zaman yitirmemen gerekir. Derin bilginin hazzı kaybedenlere özgüdür. Biri ne kadar çok şey biliyorsa, işleri o kadar ters gidiyor demektir.''
“Gazetede yönetici olmak, yazmayı bilmek anlamına gelmez. Savunma bakanının el bombası atmayı bildiğini de söyleyemeyiz!”
Son olarak olağanüstü çeviri nedeniyle Eren Yücesan Cendey’e teşekkür etmeli.