Aslında Turgenyev’in “Babalar ve Oğullar”ını –büyük olasılıkla şu dünya klasikleri seti diye satılanlardandı, bırakın insana okunma sevgisini aşılamayı, okumaktan nefret ettirecek tür çevirilerdendi ve kesinlikle yasaklanmalı!?- okumuş ve şöyle demiştim: -Bu nasıl Dünya Klasiği ya, herkes böyle bir kitap yazabilir; ben bile! ???
Yıllar sonra bulunduğum her entelektüel ortamda insanların bu kitap her gündeme gelişinde hayranlık ve övgüyle bahsetmesine de şaşırmıştım.
Son olarak Dostoyevski’nin “Ecinniler” de, “Babalar ve Oğullar” ile Turgenyev’e adeta savaş açtığını 897 sayfalık kitapta 300’e yakın sayfada neredeyse ana avrat dümdüz gittiğini okuyunca, bir kez daha okumaya karar verdim.
Elbette yeniden okuma kararı almamda neredeyse Nikolay Petroviç Kirsanov’un iki oğlu arasındaki yaş aralığı kadar iki oğula sahip olmamın da katkısı var…
Lafı fazla uzattım biliyorum ve bu nedenle hemen söyleyeyim; iyi ki yeniden okumuşum. Böylesine heybetli bir yapıtı okumadan ölmek, benim gibi birine yakışmazdı.
Turgenyev, iki baba, bir amca ve iki oğul aracılığıyla anlatıyor anlatacaklarını… Kuşaklar arasındaki farkın altını kalın kalın çiziyor.
Romanda babalar oldukça anlayışlı, oğullar için ise aynı şeyi söylemek pek mümkün değil… Çünkü onlar “anarşik”! ???
Dostoyevski’nin “kıllık etmesi” ya da sövgüsü ise Turgenyev’in “nihilizim” övgüsünden kaynaklanıyor. Dostoyevski’nin yaşamının son döneminde iyice muhafazakarlığa dümen kırdığını hesaba katarsak, sövmelerinin çok fazla ciddiye alınmaması gerektiği sonucuna da varırız…
Romanı bitirdikten sonra kendi kendime söz verdim; büyük oğlumla yaşamadığım kuşak çatışmasını, 6 yaşındaki oğlumla da yaşamayacağım, diye…
Umarım başarabilirim.
Bu arada Ergin Altay’ın çevirisi olağanüstü…