Fatma Aliye (Topuz) edebiyatımızın yaşarken de, ölürken de, öldükten sonra da haksızlığa uğrayan “değer”lerinden biri.

Türkçenin ilk kadın romancısı –aynı zamanda feminist yazarı- kabul edilen Aliye, romanlarında güçlü, özgür ve ekonomik olarak bağımsızlığını kazanmaya çalışan kadın karakterlere ruh vermiş.

1893 yılında-düşünün taaaa o zamanda-Chicago Kitap Fuarı için hazırlanan The Woman’s Library of The World’s Fair için hazırlanan katalogda biyografisi ve eserleriyle yer alarak bu yolda hayli başarılı da olmuş. Ama dönemin sosyopolitik ortamındaki duruşsuzluğu –belki de!!!- nedeniyle hep Halide Edip Adıvar’ın –ki Halide Edip bir anlamda ondan devraldığı feminist bayrağı çok ileri taşımıştırgölgesinde kalmış.

Tek çocuğu, kızı İsmet’in Hristiyanlığı seçip, Avrupa’ya yerleşmesi nedeniyle yıkıma uğramış ve 1936’da Pangalltı’daki evinde yaşama veda ettikten günler sonra “Unutularak ölen bir edip” diye haber olabilmiş! Ve elbette sonra da unutulmuş… Gelelim “Refet” e... Oldukça iyi kurgulanmış, güçlü-mücadeleci karakterleri barındıran, harika tasvirlerin yer aldığı, samimi, yalın ve akıcı bir roman… Kocasını yitiren Binnaz’ın kızı Refet’i, hayatını kurtarabilmesi için öğretmen yapma –Refet’in de öğretmen olabilme- mücadelesini anlatıyor.

Fatma Aliye; ana kızın, donmamak için verdikleri mücadeleyi ifade ettiği sayfalarda, neredeyse kanımın donduğunu hissettim; o kadar samimi ve yalındı sözcükler.

Ağdalı bir acı yok kitapta, en çaresiz anlarda bile hep umut var… Neyse, değerlendirmemi adet olduğu üzere kitaptan birkaç kelamla bitirirken, öksüz olan kızını, yetim de bırakmaya hazırlanan Binnaz’ın şu sözlerine yer vermeliyim:

“Şimdi ben gönül rahatlığıyla ölüyorum. Ama seni, annenden iyi idare edecek, babandan daha çok himaye edecek olan diplomanla bırakıyorum!” Bu arada günümüz Türkçesi için Senem Timuroğlu’na da kocaman bi teşekkür...