Kıymetli okuyucularım, bugün 511 sene geriye giderek şanlı Osmanlı tarihimizde çok mühim yeri bulunan Yavuz Sultan Selim Han dönemini konu edeceğim.
Yavuz, babasının uzun saltanat yılları sebebiyle pek çok Osmanlı padişahına göre ileri bir yaşta tahta geçti. Osmanlı kroniklerindeki kayıtlara göre 7 veya 8 Safer 918’de, 42 yaşında iken padişah olmuştu ki 24 veya 25 Nisan 1512 tarihine tesadüf etmektedir.
Şehzadeliğinde 24 yıl Trabzon sancakbeyi olarak görev yapan Yavuz, gittikçe büyüyen Safevî tehlikesinin bir an evvel bertaraf edilmesini devletin bekası açısından gerekli görüyordu. 31 senedir tahtta olan ve yaşı hayli ilerleyen babasının bu konuda gerekli adımları atmaması onu endişelendiriyordu. Nihayet gelişen bir dizi olayların akabinde II. Bayezid tahttan çekilmek zorunda kaldı. Yavuz da ağabeyleri Şehzade Ahmed ve Korkud’un önüne geçerek padişah oldu.
İRAN SEFER-i HÜMÂYÛNU
8 senelik kısa padişahlığına, 80 belki de 180 seneye sığacak büyük işler sığdıran bu yüce hükümdar, biri İran ve diğeri Mısır üzerine olmak üzere iki sefer gerçekleştirmiştir. Yer darlığı sebebiyle bu yazımda sadece İran Seferi’nden bahsedeceğim.
Yavuz Sultan Selim’in başkumandanlık ettiği ordu-yı hümâyûn, 20 Mart 1514’te sefer emri aldı. Üsküdar sahrasına tuğlar dikildi. 20 Nisan’da büyük hakan Topkapı Sarayı’ndan Üsküdar’daki ordugâha geçti.
2 Temmuz’da Sivas’a gelindi. Yavuz 40 bin kişilik bir kuvveti burada bıraktı. 100 bin kişi ile yoluna devam etti. Ordu 22 Ağustos’ta, Çaldıran sahrasında Şah İsmail’in muazzam kuvvetleriyle karşı karşıya geldi. Savaşın vuku bulduğu bu Çaldıran, bugün Van’ın bir kazası olan ve İran sınırının 20 km batısındaki yerleşim yeri değildir. Daha doğuda, Tebriz’in batısında, bugün İran topraklarında kalan bir mahaldir.
Şah İsmail’in ordugâhında bulunan hazinesi de ele geçti. Şah İsmail’in tahtı da ganimetler arasında idi. Ancak şimdi Topkapı Sarayı’nda teşhir edilen ve “Şah İsmail’in tahtı” diye bilinen taht, Şah İsmail’in değildir. Hindistan Timuroğulları’nındır.
Yavuz, İran Sefer-i hümâyûnundan 11 Temmuz 1515’te İstanbul’a döndü ki bu birinci seferi 1 yıl, 2 ay ve 21 gün sürmüştür.
İKİNDİ GÜNEŞİ GİBİ...
Babası II. Bayezid’in 1512’de bıraktığı imparatorluk, 2 milyon 373 bin kilometrekare kadar bir büyüklük arz ediyordu. Bunun 596 bin kilometrekaresi Asya’da yani Anadolu’da, 1 milyon 777 bin kilometrekaresi Avrupa’da idi. Yavuz’un ölümünde imparatorluk, 1 milyon 702 bin kilometrekaresi Avrupa’da, 1 905 000 kilometrekaresi Asya’da ve 2 milyon 950 bin kilometrekaresi Afrika’da olmak üzere 6 milyon 557 bin kilometrekare üzerinde yayılıyordu. 8 yıl öncesine nazaran 2,5 mislinden fazla büyümüştü. Bu muazzam fütuhat 1514-1518 arasındaki 4 yıl içinde yapılmıştı.
Yazımızı Mısır Sefer-i hümâyûnunda Yavuz Sultan Selim Han’ın yanında giderken atının ayağından sıçrayan çamurla kaftanı kirlenince padişahın “Bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur benim için şereftir. Öldüğüm zaman bu kaftanımı böylece sandukamın üzerine koysunlar.” diye vasiyet ettiği, “İbn Kemal” veya “Kemal Paşa-zâde” olarak anılan, müfti’s-sekaleyn (insanların ve cinlerin müftüsü) Ahmed Şemseddin Efendi’nin, Yavuz’un vefatında yazdığı ünlü mersiyesinden birkaç beyit ve günümüz Türkçesine çevirisiyle bitirelim:
Az müddette çok iş etmişti
Sâyesi olmuştu âlem-gîr
Şems-i asr idi asırda şemsin
Zılli memdûd olur, zamanı kasîr
Tâc u taht ile fahreder beyler
Fahr onunla ederdi tâc ü serîr
“Kısa zamanda çok iş yapmıştı. Gölgesi bütün cihanı tutmuştu. İkindi güneşi gibi idi. İkindi vakti güneşin gölgesi uzun, fakat müddeti kısa olur. Hükümdarlar taç ve tahtları ile övünürler. Taç ve taht ise onunla övünürdü.”