Önceki iki yazımda ele aldığım, Osmanlı tarihindeki çok mühim bir kırılma noktası olan II. Viyana Kuşatması’nı anlatmaya devam ediyorum.

Muhasara fiilen 14 Temmuz 1683’te başlamış ancak ne yazık ki beklendiği gibi kısa zamanda sonuçlandırılamamış, takvimler 23 Ağustos’u gösterdiğinde Viyana müdafilerinin durumu son derece kötü olsa da Osmanlı ordusunda da yılgınlık alametleri görülmeye başlamıştı.

KIRIM ORDUSU GANİMET DERDİNDE

Eğri Beylerbeyi Hüseyin Paşa, maiyetinde Macar kralı İmre Tökeli ile birlikte Slovakya’daydı. Lehistan’dan büyük kuvvetlerin bizzat Leh kralı Sobieski kumandasında Viyana’ya yardım için erişmek üzere olduğu haberi gelince bunları durdurmak için sadrazamdan ilave 20.000 kişilik kuvvet istedi. Kara Mustafa Paşa Kırım hanı Murad Giray’ın oğlu Alp Giray kumandasında 10.000 kişilik bir kuvvet gönderdi. Bunların her biri yanında birkaç esir ve ağır ganimetler taşıyorlar, bunları bırakmak istemiyorlardı. Öyle ki Hüseyin Paşa’nın yanına ancak 300 atlı ulaşabildi. Macar kralı ve Hüseyin Paşa Viyana’ya dönme kararı aldılar fakat erişemediler. Müttefik Leh-Alman kuvvetleri ile girişilen çatışmada Kırımlılar ve Macarlar iyi savaşmadılar. Paşa şehit düştü. Kurtulabilen birlikler Viyana’ya geldi.

Bu arada Papa XI. Innocentius’un da gayretleriyle Osmanlıya karşı bir Haçlı ordusu teşekkül ediyordu. İmparator I. Leopold’a tabi Alman hükümdarlar güçlerini birleştirmişler ve Lorraine dükasının emrinde 85.000 kişilik bir kuvvet teşkil etmişlerdi. 4 Eylül’de gelen bir haber bu kuvvetle Sobieski’nin 35.000 askerinin birleşmek üzere olduğu yönündeydi. Her gün yeni birlikler katılıyor, Haçlı ordusu şiştikçe şişiyordu. Sonunda 40.000’i atlı olmak üzere 135.000 kişilik bir kuvvete ulaştılar.

KIRIM HANI’NIN İHANETİ

Şu kadar var ki Viyana’ya yardım için bu birliklerin, Tuna üzerindeki köprüden geçmesi gerekiyordu. Kara Mustafa Paşa emindi ki Kırım hanı, düşmanı köprüden günlerce geçirtmeyecekti. Bu durumda düşman muhasarayı sadece seyredecekti. Heyhat ki paşaya şahsî kin besleyen, onun Viyana fatihi olacak olmasını kıskanan Murad Giray büyük bir ihanete imza attı. Bir sipahi subayının oğlunun kendisi gibi Cengiz’in soyundan gelen birine ve daha nice hükümdara emir vermesini hazmedemeyerek düşmanın Tuna üzerindeki köprüden geçmesine seyirci kaldı. Hâlbuki bu arada Viyana neredeyse düşmek üzereydi.

İki ordu 12 Eylül günü Kahlenberg yani Alamandağı’nda karşılaştı. Kara Mustafa Paşa burada da bir ihanetle karşılaştı. Ordunun sağ kanat kumandanlığına tayin edilen Budin Beylerbeyi Uzun İbrahim Paşa, sırf Merzifonlu’dan hoşlanmaması ve muhasaraya karşı olması sebebiyle, daha ortada en küçük bir bozgun alameti yokken maiyetindeki bir kısım askerle Yanıkkale’ye doğru çekildi. Bu ihanet sağ kanadın çökmesi ve merkezle birleşmesi sonucunu doğurdu. Bunun üzerine düşman bütün gücüyle merkeze yüklendi. Sol cenahta da Kırım askerinin yarıdan fazlası ganimetleriyle muharebe meydanından kaçtılar. Zaten tarihçi Iorga’nın bulduğu Leh vesikalarına göre Murad Giray, Kral Sobieski ile haberleşmiş ve savaşmadan harp meydanından çekileceğine dair söz vermiştir. İşte bu ihanet, hiçbir şeyin kurtaramayacak gibi göründüğü Viyana’yı beklenmedik bir şekilde kurtarmıştır.

ŞEHİT OLMAK İSTEDİ

Bu ihanetleri gören Mustafa Paşa ümitsizliğe kapılmış akşama doğru elindeki mızrakla birkaç defa düşman saflarına dalmıştı. Ancak kahyası Osman Ağa şehit olması hâlinde ordunun başsız kalıp mahvolacağını söyleyerek kendisine mâni olmuştur.

Kurtulmalarının verdiği sarhoşluk içinde düşman, Osmanlı ordusunu takip etmeyi aklından bile geçirmedi. Osmanlılar rahat bir şekilde Yanıkkale’ye doğru çekildiler. Zayiat düşmanınki kadar yani 10.000 civarındadır. Birkaç bin de yaralı vardır. Osmanlılar sadece ağırlıklarını bırakmışlar, kolay taşınabilecek 81.000 esir ve en değerli ganimet mallarını yanlarında götürmüşlerdir.

Muhasaraya Osmanlı’nın yanında, 4000 kişilik bir kuvvetle iştirak eden Eflak prensi Şerban Kantakuzinos’un da Osmanlı planlarını karşı tarafa ulaştırmak gibi birtakım ihanetlerin içine girdiği bilinmektedir. Neticede Merzifonlu Kara Mustafa Paşa söz konusu ihanetlere uğramasının yanı sıra bazı hatalar da yapmış ve bu mağlubiyeti başı ile ödemiştir. Yoksa mesela biraz tedbirli olup Budin’deki ağır muhasara toplarını Viyana önlerine getirse ve bu güzel şehrin emsalsiz sarayları, hazineleri ve tarihî eserlerinin zarara uğramaması için cebren ve yağma ile değil de kendiliğinden teslim olmasını beklemese sonuç muhtemelen böyle olmayacaktı.