Önceki yazımda, Osmanlı tarihinde 235 sene geriye giderek 1789 yılının Nisan ayına uzanmıştık. İsterseniz önce, Rusya ile savaş hâlinde olduğumuz o günlerde Özi Kalesi’nin düşmesi ve sonrasındaki olayları kısaca hatırlayalım.
I. Abdülhamid Han, 6 aydır 80 bin kişilik Rus ordusunun kuşatması altında bulunan ve kuzeyde Osmanlı hududunun kilidi durumundaki Özi Kalesi’nin düşmemesi için çok gayret sarf etmişti. Ancak cephede bulunan veziriazam ve serdar-ı ekrem Koca Yusuf Paşa, kış şartlarına mağlup olarak Rusçuk’tan yardımı zamanında yetiştirememiş ve sonunda kale 17 Aralık 1788 günü düşmüştü. Ruslar uzun süren muhasara süresince kaybettikleri 20 bin askerinin intikamını almak için 3 gün ve 3 gece boyunca şehri yağmalamışlar, katliam yaparak asker ve ahaliden 25 bin kişiyi şehit etmişlerdi.
İşte cepheden gelen bu acı haberi padişaha, sadaret kaymakamı Salih Paşa bildirmişti. Sadrazamın cepheden gönderdiği arzı okunurken yaşlı padişah üzüntüsünden beyin kanaması geçirmiş, vücudunun sağ tarafı felç olmuş ve yatağa düşmüştü. Nihayet bu hadiseden 4 ay kadar sonra 7 Nisan 1789 günü vefat etmiş, yerine yeğeni, 27 yaşındaki III. Selim Han tahta geçmişti.
YENİ PADİŞAHIN İLK HATT-I HÜMÂYÛNU
Genç padişahın ertesi gün yayınladığı ilk Hatt-ı Hümâyûnundaki ifadeleri çok dikkat çekicidir. Orijinali Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivinde bulunan bu mühim belgenin çözümünü aşağıda veriyorum:
Kaymakam Paşa,
Bi-emrillâhi te’âlâ ammim Sultân Abdülhamîd Hân, ecel-i müsemmâsıyla âzim-i dâr-ı cinân olup nevbet-i hilâfet-i saltanat bi’l-irsi ve’l-istihkâk zât-ı mekârim-i pâdişahâneme intikâl etmekden nâşî taht-ı âlî-baht-ı Osmânî üzre cülûs-ı hümâyûnum vâki’ olmagla hâlen sadr-ı a’zam Yûsuf Paşa sadâret-i uzmâda kemâ-kân ibkâ olunup istiklâl içün hatt-ı hümâyûnumla mühr-i hümâyûnum gönderilmek üzeredür.
Düşmen-i dîn olan Moskov ve Nemçe keferelerine i’lâ-yı kelimetullâh içün ve ahz-i intikâm olunmadıkça seyf-i cihâd-ı şehriyârânem dâhil-i niyâm olunmamak cezm-kerde-i dâverânemdür. Cenâb-ı Hayrü’n-nâsırîn her hâlde fevz ü nusret ihsân ve karîben fütûhât-ı celîle ile kâffe-i mü’minîni nâil-i sürûr-ı firâvân eyleye. Bi’l-cümle vüzerâ vü ulemâ vü ricâl-i devletimi ve ocaklum zâbitân ü agavâtımı ve mecmû’-ı hademe-i saltanat-ı seniyyemi umûrlarımda ve umûrlarında hayra, dîn ü devletime nâfi’ hidemâta muvaffak eyleye. Benim duâm sizin ile din ü devlete sadâkat idenler iledür. Sadâkat idenleri Allâhu zü’l-celâl dâreynde sa’îd itsün. Hıyâneti zâhir olanları kahr eylesün.
Berden ve bahrden tertîbât-i seferiyyenin te’hîre kalmaması ve vakt ü zamânıyla yerlerine irişdirilmesi ve sadr-ı a’zam tarafından gelen tahrîrât üzre mevâdd-ı matlûbenin temşiyyetini ocaklarım nizâmı ve serhadlerin takviyesi ve emvâl-i mîriyyenin tahsîlleri ve İslambol sükkânının zehâyir ü levâzımları celbinden kusûr olunmaması ve din ü devletime nâfi’ mesâlihin girüye kalmaması, hâsıl-ı kelâm kâffe-i umûr-ı devletimin rızâ-yı şâhâneme muvâfık vecihle idâresi kat’an matlûb-ı şerîfimdür. Tamâm hidmet ü ikdâm vaktlerimizdür. Cenâb-ı Hak her hâlde cümleyi mazhar-ı tevfîk eyleye. Âmîn. Fî 12 Receb sene 1203 (8 Nisan 1789)
SADRAZAMIN İSTİKLALİ
Evet, genç padişah “Dinimizin düşmanı olan Moskof ve Nemçe keferelerinden, Allah’ın isminin yükseltilmesi adına intikam alınmadıkça cihad kılıcını kınına sokmamaya azmettim.”, “Benim duam sizinle, din ve devlete sadakat gösterenlerle beraberdir.”, “Zaman hizmet etme ve gayret gösterme zamanıdır.” diyor.
Bir de metinde geçen “sadrazamın istiklali yani bağımsızlığı” kavramına dikkat çekmek istiyorum. Osmanlı Devleti’nde öyle sanıldığı gibi her şey padişahın iki dudağı arasından çıkacak tek bir söze bağlı değildi. Sadrazam padişahın mutlak vekili olarak çok büyük yetkilerle donatılmıştı. Tam anlamıyla icranın başıydı. İşte bu belgede gördüğümüz gibi, tahta geçen yeni padişah mevcut sadrazamı yerinde bırakıyor, görevlendirme fermanını ve mührünü cepheye gönderiyor ve işlerindeki “istiklal”ini güvence altına aldığını beyan ediyor. Bu öyle bir istiklaldir ki sadrazam seferde iken, İstanbul’da bir tayin gerekse, onu cephedeki sadrazamdan sorup tasvibini almadan yapmazlardı. Padişaha sorup yapıverelim demezler, sadrazamın istiklaline halel getirmezlerdi. Ammaaa, bu prestijli olduğu kadar son derece ağır görevinde bir ihmali tespit edilirse de bunu canıyla öderdi. Velev ki padişahın damadı olsa bile.