İstanbul’da yaşayan bizler çok şanslı insanlarız. Ruhumuz bir sebeple inceldi, duygulandık ve tarihin derinliklerine mi yönelmek istedik. Bunu gerçekleştirecek imkânımız var. Var ne demek imkân denizinin ortasında yüzüyoruz.
Ben de geçtiğimiz cuma günü cuma namazını bir selâtîn camide kılayım, asırlardan beri mabet olarak kullanılan bir mekânda, şöyle 10 bin Müslüman’ın arasında kaybolayım istedim. Osmanlı padişahlarının, padişahların anneleri olan valide sultanların ve padişahların kızları olan sultanların yaptırdıkları camilere selâtîn cami deniyor. Selâtîn sultanlar demek. Tahmin edeceğiniz gibi payitaht olması hasebiyle 35 adetle en çok selâtîn cami İstanbul’da bulunuyor. Ayasofya-i Kebir Camii de selâtîn cami sayılıyor. Hatta Osmanlı devrinde, selâtîn camiler arasında protokolde ilk sırada idi.
MİMAR SİNAN’IN KALFALIK ESERİ
İstanbul’daki selâtîn camilerden, bu soğuk kış gününde ulaşımı benim için en kolay olan Süleymaniye Camii’ni seçtim. Muhteşem yüzyılın muhteşem padişahı Kanuni’nin, muhteşem mimarı Sinan’a yaptırdığı ve onun “kalfalık eserim” dediği bu cami sıkışık olmamak üzere en az 10 bin kişinin namaz kılabileceği iç mekânı ile gerçekten muhteşem.
Yedi senelik bir inşaat süresinden sonra 1557’de yine bir cuma günü ibadete açılan bu büyük mabet, aradan 466 sene geçmiş olmasına rağmen ilk günkü gibi ışıldıyor. Tarihî yarımadanın yani Suriçi’nin yedi tepesinden birinde bulunan cami, Yahya Kemal Beyatlı’nın meşhur şiirinde şöyle anlatılır:
En güzel mabedi olsun diye en son dinin
Budur öz şekli hayal ettiği mimarînin
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi
Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kudsî tepeyi
CAMİNİN VE CUMANIN RUHANİYETİ
Tramvaydan indiğim Laleli’den itibaren bütün güzergâh tamamen tarihi yapılardan meydana geldiği için camiye varıncaya kadar zaten asırlar öncesine ışınlanmış gibiydim. Camiye girdiğimde gözlerimin önüne serilen heybetin yükselttiği mehabet ve ruhaniyet bütün benliğimi sarmıştı.
Gel gör ki hutbeden önceki ikinci ezanı okuyan müezzin efendi sesini öyle yükseltti ki sanki gırtlağı yırtıldı. İcra etmeye çalıştığı makam da bozuldu, detone oldu. O kadar bağırdı ki ses sisteminin amplifikatörü iflas etti, sesinin en yükseğe vardığı noktalarda artık sadece cızırtı ve hışırtı üreterek kulakları tırmaladı. İmam efendinin okuduğu hutbenin de en az yarısında ne dendiğini anlamadım. Her cümleden sonra elektronik ses siteminden kaynaklanan çok sayıda yankının birbirine girmesiyle cami metalik seslerle doldu.
Efendiler bunu yapmayın. Mimar Sinan bu caminin akustiğini, her yerine doldurulan mikrofon ve hoparlörlere göre ayarlamamış. Tabi bunları yazarken boşa kürek çektiğimin de farkındayım. Diyanet İşleri Başkanlığı ezanlar için 80 desibel üst sınır koyduğu hâlde bu talimatı bile dinlenmiyor.
MİLLETİMİZİN BAŞI SAĞ OLSUN
Bu yazıyı kaleme aldığımda ne yazık ki en yükseği 7,7 şiddetinde bir seri depremle sarsılan Kahramanmaraş ve Gaziantep başta olmak üzere on ilimizden ölüm haberleri gelmeye devam ediyordu. Depremin, 1939’da Erzincan’da meydana gelenden sonraki en büyük deprem olduğu ifade ediliyor. Milletimizin başı sağ olsun. Milletçe kenetlenip bu büyük felaketin yaralarını da en kısa sürede saracağız.