Yüce Yaradan’a şükürler olsun ki bir bayrama daha sağlıkla eriştik. Havaların serin gitmesi sebebiyle oruç ibadeti konusunda doğrusu rahat bir Ramazan geçirdik. Şimdi sıra iki dinî bayramımızdan ilki olan Ramazan Bayramı’nı milletçe coşku ile kutlamakta.
Özellikle büyük şehirlerde bayramlaşma, çekirdek ailedeki büyüklerin ellerini öperek, uzaktaki akrabaları telefonla arayarak, diğer dost ve tanıdıklara da WhatsApp’tan mesaj göndererek tebrikleşme şeklinde oluyor. Kültürümüzde mühim bir yer tutan bayramların böyle bir kalıp içine girmesi, belli bir yaşın üzerinde olanlara hep “Ah nerede o eski bayramlar...” dedirtir. Ama hiç şüpheniz olmasın bizim çocuklarımız da 50 sene sonra aynı cümleleri sarf edeceklerdir. Şehirlerin büyümesi ve teknolojik gelişmelerin alışkanlıklarımızda meydana getirdiği zorunlu değişiklikler sebebiyle bu tür hayıflanmalar sanırım hiç bitmeyecek ve nesiller değiştikçe devam edecek. Ben yine de âdet olduğu üzere bir miktar eski bayramlardan bahsetmek istiyorum.
ÖNCE KABİR ZİYARETİ
Yaşım ancak el verdiği için en fazla 60 sene kadar geri giderek Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde bayramın nasıl yaşandığını aktarmaya çalışacağım. O yıllarda biz çocuklar bayram sabahı erkenden tatlı bir telaşla uyanırdık. İlk iş aile bütçemizin elverdiği ölçüde önceden satın alınan bayramlık kıyafetlerimizi giyer, saçımız tarar, bayram namazı için babamız ve dedemizle mahalle camiine giderdik. Camiyi tamamen dolduran cemaatin hep bir ağızdan getirdiği tekbirler bizi derinden etkiler, gönül tellerimizi titretirdi. Sanki bütün bir mahalle halkı tek bir vücut olur, birlik ve beraberlik içinde olduklarını bu yolla ilan ederlerdi.
Namaz çıkışı mahalle halkını kasaba mezarlığına götürecek onlarca kamyon ve römorklu traktörü caminin önünde hazır bulurduk. Bunların sahipleri her bayram bu hizmeti mahalle halkına sevabına sunarlardı. Biz çocuklar gözümüze kestirdiğimiz bir araca koşarak büyüklerin de yardımıyla biner, kamyonların kasalarında veya römorkların üzerinde, her zaman ele geçmeyecek bir tecrübeyi yaşarken bir bakıma bayram şenliğini başlatırdık. Araçlar konvoy hâlinde kasabanın sokaklarından geçer, mahallemizin cenazelerinin defnedildiği, biraz da yüksekçe bir konumdaki Lala Şahin Paşa Mezarlığı’na varırdık. Herkes bindiği araçlardan yere atlar, mezarlık içine dağılır, yakınlarının mezarlarını bulurdu. Makul bir süre sonra ziyaret biter, tekrar aynı araçlarla bindiğimiz yere geri dönerdik.
EL ÖPME, BAHŞİŞ TOPLAMA
Yer sofrasında ailece neşe içinde yapılan kahvaltıdan sonra sıra, çocuklar için bayramların değişmez ritüeli olan el öpme ve bahşiş toplamaya gelirdi. Beraber yaşadığımız büyüklerimiz ellerini öptürdükten sonra bahşiş olarak para verirlerdi. Bu paraların, satın almayı öteden beri hayal ettiğimiz bir şeyin değerine ulaşması en büyük amacımızdı. Sabahın erken saatlerini her ailenin kendi bireyleriyle birlikte rahat geçirmesine fırsat vermek için öğleye doğru dışarı çıkar, mahalle komşularımızın evlerini dolaşarak el öpme işini sürdürürdük. Her aile, bütçesine göre çeşit çeşit şekerler satın alarak el öpmeye gelecek çocuklar için önceden hazır ederdi. Yakından tanıdıkları çocuklar için 5, 10 ve 25 kuruşluk bozuk para bulundururlardı. Biz çocuklar el öptükten sonra verilecek şekerleri koymak üzere yanımızda mutlaka bir torba taşırdık. Bunlar genelde o zamanlar “kağıtlı şeker” dediğimiz ambalajlı şekerlerdi. Komşulardan akide şekeri ve lokum ikram eden de çıkardı. Genelde tek katlı evlerden meydana gelen mahallemizdeki yakın komşular, şekerin yanında mutlaka bozuk para da verirlerdi. Hasılatı artırmak için uzak mahallelere gittiğimiz de olurdu. Saatler sonra eve döner, büyük bir şevkle topladığımız paraları saymaya, şekerleri de tasnif etmeye girişirdik. Aman Allah’ım, bir avuç bozuk para ve küçük bir şeker yığını, o tertemiz çocuk ruhumuzu nasıl da tarifsiz bir mutlulukla doldururdu.
Bu vesileyle bütün okuyucularımın Ramazan Bayramı’nı kutluyor, aileleri ile birlikte ağız tadıyla güzel bir bayram geçirmelerini temenni ediyorum.