Sonunda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim; Salambo –okunması biraz zor olsa bile, çünkü insanı tasvir manyağı yapıyor- kesinlikle bir başyapıt. 

Öyle ki; Madam Bovary, Salambo’nun yanında cüce kalıyor.

Ne mi anlatıyor Gustave Flaubert, Salambo’da?

Kartaca’nın tarihini… 

Başrolde de, tüm zamanların en büyük siyasi ve askeri dehası olarak kabul edilen Hannibal Barca’nın babası Hamilkar ve ablası Salambo ile “gariban” Libyalı Matho var…

Kartaca'da “Pön savaşları” sırasında olanları öyle bir anlatıyor ki, kendinizi çarpışmaların içinde bulup, bir yerlere saklanma ihtiyacı hissediyorsunuz!

Halkın körü körüne bağlı olduğu dini inançlarla, savaşta her şeyin mubah olduğu gerçeğini öyle bir gözünüze sokuyor ki, insanlığınızdan utanıyorsunuz!

Matho’ya öyle işkenceli bir son hazırlıyorlar ki, Hallac-ı Mansur’a yapılan işkencelerin bile hiç olduğuna tanıklık ediyorsunuz!

Özetle, ‘din’le –ya da teolojiyle- öyle ya da böyle bir şekilde ilgilenenlerin mutlaka okuması gereken bir metin.

Hatta harp akademilerinde ders kitabı olarak okutulsa yeridir… 

Ve kitabı bitirdikten sonra, Salambo’nun bugüne kadar okuduğunuz, izlediğiniz bir çok film ve kitaba esin kaynağı olduğuna tanıklık etmenin mutluluğunu yaşayıp, keşke önce Salambo’yu okusaydım demekten kendinizi alamıyorsunuz…

Adet olduğu üzerine kitaptan;

“Her nimetin bir külfeti olması gerektiğinden, karşılıklı ödünler verilerek yapılan her anlaşma en zayıfın gereksinimine, en güçlünün isteğine göre yapıldığı için, Tanrı açısından çok büyük bir acı sorunu yoktu ortada, çünkü o, en korkunç şekilde acı çektirmelerden hoşlanıyordu ve şimdi halk onun insafına kalmıştı. Zaten herkes ateş yoluyla insan kurban etmenin Kartaca’yı arıtacağına inanıyordu!”