Sultan II. Abdülhamid Han’a Yıldız Camii’nde tertiplenen suikast girişimini anlatmaya kaldığım yerden devam ediyorum.
Caminin saçaklarının tamire ihtiyacı olduğunun, caminin banisi olan padişaha şeyhülislam tarafından arz edilmesi bombanın planlanandan önce patlamasına sebep olmuş ve kendisini ölmekten kurtarmıştı. Patlamanın şiddetinden cami avlusu top ateşine tutulup berhava edilmiş bir savaş meydanını andırıyordu. Bombanın patladığı yerde 70 santimlik bir çukur açılmıştı. Çoğu asker olmak üzere 26 kişi ölmüş, 58 kişi de yaralanmıştı. Ayrıca 20 kadar at da telef olmuştu.
PADİŞAHIN SOĞUKKANLILIĞI
Diğer herkes gibi nazırların ve paşaların bile sağa sola kaçıştığı o anda, bir müddet bu müthiş manzarayı ileri veya geri tek bir adım atmadan seyreden padişah daha fazla zayiat verilmemesi adına elini kaldırmış ve sakin olunması için yüksek sesle emir vermişti. Padişah olay yerinden ayrılmadan önce soğukkanlılığını şaşırtıcı şekilde muhafazaya devam ederek binlerce seyircinin ve yabancı diplomatların önünde şu kısa konuşmayı yapmıştı:
“Kendimce en büyük emel, ahalinin rahat ve mesut olmasıdır. Bu uğurda gece gündüz nasıl çalışıldığı ve gayret gösterildiği malumdur. Gayret ve iyi niyetimin Allah tarafından mükâfatı, şu hadiseden hıfz-ı Hudâ ile emin olmaklığımdır. Onun için cenab-ı Hakka şükür ve hamd ederim. Müteessir olduğum bir şey varsa, asker evlatlarımdan ve ahaliden bazılarının ölmüş ve yaralanmış olmalarıdır. Buna ilelebet teessüf ederim. Tebaamın hakkımda göstermiş oldukları hissiyata canıgönülden memnuniyetimi beyan eyler, her türlü bela ve kötülüklerden korunmaları için dua ederim.”
Olayın aynen bu şekilde cereyan ettiği, o sırada orada olan pek çok kişi tarafından daha sonra kaleme aldıkları hatıralarında tekrarlanmıştır. “Türkiye Anıları-Osmanlı Bahriyesinde Kırk Yıl (1869- 1909)” kitabının yazarı Sir Henry Felix Woods bunlardan biridir.
Cami avlusunun dışında bekletilen saltanat arabasına binen ve âdeti olduğu üzere kendi kullanarak Yıldız Sarayı’na yönelen padişahı, yerli halkın yanı sıra Avrupalı seyirciler de alkışlamışlardı. Saraya giren padişah bu olay karşısında bile programını değiştirmeyerek büyükelçilerle planlandığı şekilde 20 dakika kadar görüşmüş, daha sonra dinlenmek ve olayın ayrıntılarını öğrenmek üzere oradan ayrılmıştır.
SUİKASTÇILARIN AKIBETİ
Olay yerinden kaçamayan Hristofor Mikaelyan ölüler arasındaydı. Yapılan tahkikat sonrası suikasta karışanlardan Edouard Joris ve Hacı Nişan Minasyan yakalanmış, diğerleri kaçmayı başarmıştı. Minasyan, sorgusu sırasında gittiği tuvalette, teneke ibrikle bilek damarlarını ve karnını yırtarak intihar etmişti.
Edouard Joris, yargılama sonucu idama mahkûm edildi. Ancak Belçika hükümeti İstanbul’daki büyükelçisi aracılığıyla Hariciye Nezaretine bir nota göndermiş, vatandaşı olan Joris’in cezasını Belçika’da çekmesi için iadesini istemişti. Büyükelçi bu iade talebini İstanbul ile Brüksel arasında 3 Ağustos 1838’de imzalanan “Dostluk ve Ticaret Antlaşması”na dayanarak yapıyordu.
Bu istek önce Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmemiştir. Belçika’nın isteğinde ısrarcı davranması üzerine, Osmanlı Devleti ile Belçika arasında diplomatik kriz çıkmıştır. Daha sonra padişahın Joris’i bağışlamasıyla cezası infaz edilmemiştir. Affedilmesi üzerine Edouard Joris pişman olmuş ve Osmanlı Devleti’ne çeşitli hizmetlerde bulunmuştur.
YERLİ TERÖRİST SEVİCİLER
Makalemin ilk bölümünde Sultan Abdülhamid Han’ın bol miktarda yerli muhaliflerinin de bulunduğundan bahsetmiştim. Bunlardan iki misali burada zikredelim de o devrin ruhuna biraz daha aşina olalım. Şair Tevfik Fikret padişaha yapılan suikastin başarısız olduğunu görünce çok üzülmüş ve hıncını ifade için “Bir lahza-i teehhur” yani “Bir anlık gecikme” isimli bir şiir kaleme almıştır. İşte 15 beyitlik o manzumeden bir bölüm:
Ey şanlı avcı, dâmını beyhude kurmadın
Attın, fakat yazık ki yazıklar ki vurmadın
Kanlarla bir cinayete pek benzeyen bu iş
Bir hayr olurdu misli asırlarca geçmemiş
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yayın organlarından Şûrâ-yı Ümmet gazetesinin 16 Ağustos 1905 tarihli nüshasında da şöyle yazıyordu:
“Cuma selamlığında atılan bombanın şekli kanunen makbul değilse de vatanda akan gözyaşlarına, dökülen kanlara, edilen kıtâllere nihayet vermek için atıldığında şüphe yoktur. Bu bombayı atan her kim ise devr-i kıtâl-i Hamîdiyye’ye nihayet vermek niyetinde bulunan bir fedakârdır.”
İnsan bunları okuyunca nutku tutuluyor ve terörist seviciler o zamanlar da varmış ve bu sevgilerini başta, kendi ifadeleriyle müstebit yani diktatör dedikleri bir padişah varken açıkça yayınlayabiliyorlarmış diyor değil mi?