Otuz altıncı ve son Osmanlı padişahı, 101. İslam halifesi Sultan Mehmed Vahîdeddin Han’ın vefatının üzerinden 97 sene geçti.
Sultan Abdülmecid Han’ın tahta geçen dört oğlundan dördüncüsü olan Sultan Vahîdeddin, 2 Şubat 1861 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda doğdu. Üç aylıkken annesini, dört aylıkken babasını kaybetti. Onu, üvey annesi Şâyeste Hanımefendi büyüttü. Vahîdeddin “dinin bir tanesi” demek olup “Vahdettin” veya “Vahdeddin” şeklinde telaffuzu yanlıştır.
Yedi yıldır veliahtlık makamında bulunan Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi’nin 1 Şubat 1916 tarihinde beklenmedik şekilde vefatı üzerine veliaht, ağabeyi Sultan Mehmed Reşad Han vefat edince 4 Temmuz 1918 günü padişah oldu. Tahta geçeli daha dört ay olmuştu ki Osmanlı İmparatorluğu I. Dünya Harbi’nde mağlup devletler safında olduğu için, Mondros Mütarekesi gereği 13 Kasım 1918’de İtilaf Devletleri tarafından İstanbul işgal edildi. 4 yıllık saltanatının tamamı bu işgal altında geçti.
1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasından sonra 17 Kasım’da vatandan çıktı. İmkânı olmasına rağmen hazineden hiçbir şeyi yanına almadı. Yad ellerde kalabalık akraba ve maiyetinin masrafları da kendi üzerine kaldığı için geçim sıkıntısına düştü.
GURBETTE VEFAT EDİYOR
15 Mayıs 1926 gecesi, İtalya’nın San Remo şehrinde kaldığı evde, aile efradını ve hizmetlileri akşam namazından sonra odasında toplamış sohbet ediyordu. Zaten o gün Nice’ten müjdeli bir haber ulaşmıştı. Kızı Sabiha Sultan’ın bir kız çocuğu dünyaya gelmişti. Padişah bir ara, “Haydi yatsı namazlarınızı kılınız da geliniz, sohbetimize yine devam ederiz.” demişti. Ancak daima yanında bulunan ve hizmetlerine bakan hanımı Nevzad Hanımefendi tekrar odaya girdiğinde, kendisini uzandığı şezlongun üzerinde vefat etmiş bulmuştu.
Yastığının altında parasızlıktan alamadığı ilaç reçeteleri çıkmıştı. Çevredeki esnafa olan borçlar sebebiyle eşyasına ve tabutuna haciz konuldu. Cenaze tam bir ay kaldırılamadı. Damadı Şehzade Ömer Faruk Efendi’nin, babası Halife Abdülmecid Efendi’den istediği para gelince bakkal, manav ve diğer esnafa olan borçlar ödendi. Teçhiz, tekfin ve otopsi masraflarını da kızı Sabiha Sultan mücevherli küpelerini satarak karşıladı.
ÖLÜM BAZEN NİMETTİR
Sultanın tabutunun Villa Magnolia’nın salonlarından birinde haftalarca beklediği o günleri, hanımı Nevzad Hanımefendi şöyle anlatıyordu:
“Bulunduğum katın bir odasında bir tabut var. Günlerden beri duruyor. Bu tabutta Osmanlı Hanedanı’nın son sâkıt hükümdarı VI. Mehmed yatıyor. Mehmed Vahîdeddin, benim kocam... Talihin hayat yoldaşı diye karşıma çıkardığı insan… Ölümüne acıyor muyum? Bilmem... Ortada birdenbire kırılmış itiyatların boşluğu var. Bu boşluğu etrafımda duyuyorum… Fakat bendeki asıl kuvvetli his, acımaktan ziyade gıpta etmek...
- Ne mutlu ona, diyorum, ölüm gibi bir nimete kavuştu.” (Nevzad Vahîdeddin, Vahdettin’in Dördüncü Kadınefendisi Nevzat Vahdettin’in Hatıraları ve 150’liklerin Gurbet Maceraları: Yıldız’dan Sanremo’ya, İstanbul 1999.)
Nihayet 15 Haziran’da merhum padişahın tabutu üzerine konan hacizler kalkmıştı. Tabut, bir atlı yük arabası ile villadan alınarak San Remo tren istasyonuna getirildi. Trenle Trieste’ye götürülerek bir geminin ambarına konuldu. 17 Haziran’da demir alan gemi 4 gün sonra Beyrut Limanı’na ulaştı. Buradan 26 Haziran 1926 Cuma günü özel bir trenle Şam’a götürüldü. İstasyonda cenazeyi, o zamanki Suriye hükûmet başkanı ve Sultan II. Abdülhamid Han’ın eski damadı Ahmed Nami Bey, hükûmet erkânı ve Şam halkı karşıladı. Tabut bir arabaya yerleştirilerek defin yeri belli olana kadar kalmak üzere Sultan Selim Camii’ne getirildi.
Suriye o vakitler Fransız mandası altında olduğundan Fransızlar, defin yerine ve merasime kimlerin katılıp katılmayacağına kadar karıştılar. Nihayet padişahın cenazesi vefatından en az 49 gün sonra, Sultan Selim Camii haziresine defnedilebildi.
Sürgündeki Osmanlı Hanedanı’nın bir vefat durumunda ne yapacaklarını şaşırdıkları ve defin için organize olmakta zorlandıkları bu ilk vakada, ne yazık ki koca Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahı ve bütün dünyadaki Müslümanların halifesinin naaşı, sıcak havanın da tesiriyle maalesef kokmuştu.