Önceki iki yazımda, İstanbul’umuzun 570 yıl önce Bizans’tan fethini muhtasar olarak anlatıyordum, bu yazımda bitiriyorum.

Nihayet muhasaranın elli üçüncü günü olan 28 Mayıs 1453 tarihine erişildi. Gece yarısından iki saat sonra boru, davul ve nakkareler harp havası çalmaya başladılar. Türk ağır topçusunun yaptığı kesif bir atışın ardından hücum kolları, “Allah, Allah!” sedaları ile düşmanın üzerine atıldı. Hendekleri kolayca geçtikten sonra bir anda yüzlerce merdiven surlara dayandı. Müthiş bir azim ve cesaretle yapılan bu teşebbüse Rumlar, merdivenleri yıkmak, yere düşenleri taş ve ok atarak öldürmek, üzerlerine Grejuva ateşi ve kızgın yağ dökmek suretiyle karşılık verdiler. Türk hücum kolları birkaç kez surlara tırmanmayı başardılarsa da destek gelmediğinden tutunamadılar.

Sabah namazından sonra hücum mevkiine gelen padişah, bir buçuk saat süren amansız hücumlar sonucunda düşmanda yorgunluk ve bıkkınlık alametleri görmesi üzerine bitirici darbeyi indirmek zamanının geldiğine kani oldu. Derhâl ihtiyattaki kuvvetlerle Yeniçerilere taarruz emrini verdi. Birliklerine hendeğe kadar bizzat refakat etti. Böylece Türk ordusunun en iyi talim ve terbiye görmüş vurucu gücü savaşa girmiş bulunuyordu.

BÜYÜK HAKAN SECDEYE KAPANIYOR

Yeniçeriler arasında Ulubatlı Hasan isminde iri yarı bir yeniçeri, kalkanını sol eli ile başının üzerinde tutarak ağzında palası olduğu hâlde surun üstüne çıktı ve Osmanlı sancağını dikti. Akabinde otuz kadar yeniçeri daha surun üzerinde göründüler. Düşmanın ok ve taşları ile Ulubatlı Hasan dâhil çoğu şehit edildiler ise de kalan on ikisi sancağı düşürmediler.

Türk bayrağını Topkapı surlarının üzerinde gören ve o anda fethin gerçekleşip Peygamber efendimizin müjdesine nail olduğunu anlayan genç padişah, atından inip secdeye kapandı ve Cenabı Hakk’a şükürler etti.

Durumun kötüye gittiğini gören İmparator Konstantin ve yakınları ise son bir hamle ile gemilere doğru kaçmak istediler. Ancak muvaffak olamadılar. Kurtuluş ümidini yitirmiş yorgun ve yaralı İmparator artık “Başımı kesecek bir Hıristiyan yok mudur?” diye bağırıyordu. O sırada bir Türk askeri şiddetli bir darbe ile kendisini yere yıkıyor, o hengamede ayaklar altında kalarak hayatını kaybediyordu. 

O güne kadar 74 imparatorun savunduğu güzel İstanbul’umuzu 21 yaşında fethederek Fatih unvanını alan Sultan II. Mehmed Han, 29 Mayıs 1453 Salı günü öğleden sonra yanında âlimler ve ileri gelen devlet adamları olduğu hâlde, muhteşem bir alayla Topkapı’dan şehre giriyor, Avrupa ve Hıristiyan âlemini üzüp ağlatıyor, Müslümanların gönlüne sevinç ve sürur veriyordu.

AYASOFYA CAMİ OLUYOR

Alay bu şekilde ilerleyerek Ayasofya’ya kadar geldiğinde Fatih atından inerek içeri girmişti. Kendilerinin öldürüleceğini düşünen binlerce Hristiyan Rum korkudan titrerken başlarındaki patrik Fatih’in ayaklarına kapanmıştı. Hükümdar patriğe ayağa kalkmasını söylemiş ve kimseye bir zarar verilmeyeceğini tebliğ etmiş, dinlerini de bundan böyle rahatça tatbik edebilecekleri konusunda güvence vermişti.

Ayasofya İstanbul’un fethinde usulden olduğu üzere şehrin en büyük kilisesi olduğu için camiye çevrildi. Fetih sırasında Fatih’in yanında olan tarihçi Tursun Bey, padişahın kubbeye kadar çıkarak binanın ve çevresinin harap görüntüsü karşısında Sadî-i Şirâzî’nin “Örümcek Kisrâ’nın penceresinde perdedarlık yapıyor, baykuş Efrasiyab’ın kalesinde nöbet bekliyor.” manasına gelen şu meşhur Farsça beytini mırıldandığını rivayet eder:

Perdedârî mî küned der tâk-ı kisrâ ankebût

Bûm nevbet mî zened der kal’a-ı Efrâsiyâb

1 Haziran 1453 Cuma günü Ayasofya’da ilk cuma namazı kılındı. İlk hutbeyi de fethin manevi lideri Fatih’in hocası Akşemseddin hazretleri okudu.

İstanbul’un fethi sadece Hristiyan Avrupa ülkelerinde değil bütün İslam dünyasında büyük bir yankı uyandırmıştı. Fatih’in çağdaşı büyük İslam âlimi ve şair Molla Abdurrahman Câmî, divanında yer alan bir mesnevîde onun fetihlerini anlatır. Kur’ân-ı kerîmde Sebe’ suresinde geçen “beldetün tayyibetün: güzel belde” ifadesindeki harflerin ebced hesabıyla toplamının, İstanbul’un fethedildiği hicrî 857 tarihini verdiğini ilk defa fark eden de odur.