Amerikalı gazeteci Janet Wallach, “Çöl Kraliçesi”nde “Gertrude Bell’in olağanüstü yaşamı”nı anlatıyor.
Gertrude Bell kim mi?
Hani siz Ortadoğu haritasına bakınca, “Bu nasıl harita lan cetvelle çizilmiş gibi!” diyorsunuz ya… Bell işte o cetveli elinde tutan…
Ya da “Oğlum” dediği Arabistanlı Lawrence ile birlikte Osmanlı’nın tabuna son çivileri çakan “şahıs!”
Baştan ayağa ilginç bir kişilik Gertrude Bell… Viktorya dönemi asili, olağanüstü eğitimli, hiperaktif, çok zeki, kadınların oy kullanmasına karşı çıkan, güç-serüven tutkunu, disiplinli, çok iyi bir dağcı-sporcu, inatçı ve evde kalmış bir kız! Bu son sözcükler çok önemli. Çünkü o dönemde “evde kalmak” öylesine bir baskıyı beraberinde getiriyor ki, Gertrude bu baskıdan kurtulabilmek için, ailesinin çok zengin olmasının da verdiği rahatlıkla dünyanın her yerine gidiyor. Daha doğrusu kaçıyor.
İşte bu kaçmalar sırasında yolu Ortadoğu’ya düşüyor ve Ortadoğu’nun da, kendisinin de kaderi değişiyor. Burada ilk kez insan yerine konulduğuna ve “BİRİ” olduğuna inanıyor.
Arapları çok seviyor. Hatta Arapları Araplardan bile çok seviyor. Öyle ki, Arapların yaşamını zorlaştıracak herkesten, her şeyden nefret ediyor. Türklerden ve Şiilerden özellikle nefret ediyor. Yahudilerden hiç hazzetmiyor ve her fırsatta aşağılıyor. Ayrılmak isteyen kuzeydeki Kürtleri ise hiç sevmiyor. Hatta Kahire Konferansı sonrası, Irak kurulmazdan önce, Winston Churchill bölgede sorun istemediği için Kürtlere özerklik vermek istiyor. Kuzeyin, kuracağı Irak için gerekli olduğuna inanan Bell, son anda buna engel oluyor.
Kafasında oluşturduğu Ortadoğu’yu, yani bugünkü kanlı coğrafyayı, ilmek ilmek örüyor. Bunun için kendi vatandaşlarını, meslektaşlarını tepelemekten geri kalmıyor. Mezopotamya’da öyle bir güce ulaşıyor ki, “Miss Bell yellendi/’yetkililer sersemledi” diye tekerlemeler dilden dile dolaşıyor.
Türklerin bir an önce o coğrafyayı terk etmesi için her şeyi ama her şeyi yapıyor. Kût'ül-Amâre Kuşatması fazla uzayınca, Halil Kut paşaya 1 milyon poundluk –bugünkü emisyon hacmi dikkate alındığında 10 milyar dolar filan) bir rüşvet bile teklif ettiriyor.
İstediği hemen her şeyi, bir tek şey dışında, gerçekleştiriyor. Bütün bunları çok sevdiği ülkesi için ve ülkesinden bir şey beklemeden yaparken, doğru dürüst maaş-para bile almıyor. Yeri gelmişken söylemeliyim, vatanseverliği beni çok etkiledi. Hiç kimse, Churchill bile “Majestelerinin ülkesi”ni onun kadar sevmemiştir.
Gerçekleştiremediği tek şey ise çapkın ve sevişken biri olduğu halde evlenmek. Bu da hiç dayanamadığı yalnızlığı beraberinde sürüklüyor… Elbette aynı zamanda sonunu…
Janet Wallech, Gertrude Bell’in mektuplarını merkeze oturtarak yazmış bu kitabı; oldukça başarılı bir biyografi olmuş. Çok şey öğrendim şahsen, hararetle tavsiye edilir.
Ve kitaptan:
“..Kral Faysal ayağa kalktı ve Irak için yaptıkları her şey için Britanya hükümetiyle temsilcilerine derin şükranlarını sundu; Gertrude, gözleriyle salonu tarayan erkeğin , ondan söz ettiğini biliyordu. Ama o zafer dolu parıltılı günler bitmişti. Gücü, kardan çizdiği o imge gibi, eriyip gitmişti. Saltanatı sona ermişti. Aile serveti yok olmuştu. Son aşkı ona sırt çevirmişti. Sağlığı bozulmuştu. Bedeni yorgun, ruhu bitkindi; Irak için ve Britanya İmparatorluğu için yapabileceği her şeyi yaptığının farkındaydı. Artık gelecek başkalarının elindeydi…”