“Kayıp Zamanın İzinde”nin ikinci cildi, “Çiçek açmış Genç kızların Gölgesinde” de bitti…
İlk cilt “Swann’ların Tarafı” ndan daha etkileyici ve daha akıcı. Belki de roman karakterlerini ya da Proust’un anlatımına alıştığım için bana öyle geldi.
“Aşkı, sevgiyi, ayrılığı, mutluluğu, mutsuzluğu, kıskanmayı, vazgeçmeyi, yani insana ait, insanca duyguların hepsini” büyük bir yetkinlikle adeta lime lime ederek, inceliyor ve anlatıyor Proust “Çiçek Açmış Genç kızların Gölgesinde” de.
İlk ciltte Paris’in bütün kalbur üstü, kalbur altı erkekleri ve bilumum kadınlarıyla yatağını paylaşan, sevgilisi mösyö Swann’ın da kendisini “Aldatıyor ama seviyor” diye teselli ettiği Odette, bu ciltte madam Swann’lığa terfi etmiş ve Gilberte adında da bir kızları olmuştur. Anlatıcımız –bu da marazlı Marcel Proust oluyor- Gilberte sevdalanmıştır, yok yok sevdalandığını sanmaktadır.
Anlatıcı, dönemin burjuva sınıfının iki yüzlülüğünü yerden yere vururken, yaşam standartlarını paralel düzeyde inceleyip, ergenliğe girmiş erkek abazanlığının ne demek olduğunu da bir güzel gözler önüne seriyor. Gilberte’le başlayan, çiçek açmış genç kızlarla –Albertine, Andree, Gisele, Rosemund- devam eden, birbirine geçmiş bir ilişki yumağıyla baş başa bırakıyor bizi Marcel Proust.
Özetle yazar “Kayıp Zamanın İzinde” giderken, aşk ve saplantının gölgesinde hatıraların sis perdesini kaldırıp iç ve dış gerçekliği izlenimci bir üslupla bir kez daha kayda geçiriyor.
Ve kitaptan:
“...öğrenmiştim ki, ben neyi seversem seveyim, mutlaka sancılı bir kovalamanın sonunda ulaşabilecektim ona ve bu kovalama sırasında, zevk peşinde koşmak yerine, hedefe ulaşmak uğruna önce zevki feda etmek zorunda kalacaktım.”
“Nasıl ki en büyük yürek tecrübesine sahip olan rahipler, kendi işlemedikleri günahları en kolay affedebilen kişilerse, en büyük zeka tecrübesine sahip dahi de, kendi eserlerinin temelini oluşturan fikirlere en zıt düşünceleri en kolay anlayabilen kişidir.”