Geçtiğimiz günlerde bir bayram havası vardı ülkede… Hem ruhumuzda hem havada… Güneş inadına parladı, sokaklar doldu, yüzler güldü.
. Baharın eli üzerimize değmiş gibiydi. Ağaçlar çiçek açtı, insanlar montlarını çıkardı, balkonlara kahveler taşındı. Herkes biraz umutlandı. Belki de en çok ihtiyacımız olan buydu… Kısa da olsa bir nefes.
Ama iki gündür Başkent Ankara’da kar yağıyor. İstanbul’da keskin bir soğuk, hatta kar yağışı… Hani o güneşin altında başımızı göğe kaldırıp “galiba bu sefer gerçekten geliyor bahar” dediğimiz günler, yerini yine montlara, cam kenarındaki puslu manzaralara bıraktı.
Doğa bile şaşkın... Takvimle hava birbiriyle kavgalı sanki… Tıpkı bizim gibi… Tıpkı bu ülkenin sabah umutlanıp akşam vazgeçen insanları gibi…
Belki de biz de ağaçlar gibiyiz… Azıcık güneş görünce çiçek açmaya hevesleniyoruz. Sonra bir rüzgarla, bir soğukla, tüm o renkli umutlarımız geri çekiliyor. Ama yine de açıyoruz. Her defasında yeniden… Çünkü bu memlekette umuda direnmek, bahara aldanmak, sonra yeniden başlamak neredeyse genetik bir miras gibi.
Yalancı baharlar sadece havada olmuyor. Gündemde de, ekranlarda da, meydanlarda da karşımıza çıkıyor. Bir sabah uyanıyoruz; “her şey değişecek” deniyor. “Yeni bir dönem başlıyor” deniyor. Sözler sıcak, vaatler parlak, tıpkı Nisan güneşi gibi. Sonra bir bakıyoruz, yine don tutmuş topraklar. Aynı meseleler, aynı tartışmalar, aynı yüzler. Ama biz yine de çiçek açmaya devam ediyoruz. Çünkü umudu kesmek, bu ülkeye yapılacak en büyük haksızlık olurdu. Sanki hep birlikte bir tiyatronun parçasıyız da perdenin arkasında sahne hiç değişmiyor.
Bir yanda değişim isteyen, yeni bir sayfa arayan milyonlar… Diğer yanda değişimin yalnızca isimlerle sınırlı kaldığı, sistemin aynı kaldığı bir düzen. Gençler işsiz, emekliler geçinemiyor, kadınlar her gün hayatta kalma mücadelesi veriyor. Ama konuşulan yine koltuk savaşları, pazarlıklar, kimin kime ne dediği… Belediye başkanlarının görevden alınması, kayyum atamaları, muhalefetin iç hesaplaşmaları, iktidarın yeni anayasa söylemleri ve toplumu kutuplaştıran dil; hep o yalancı bahar havasının sisli parçaları…
Muhalefetin kazanımları bile gerçek baharı getirmiyor artık. Çünkü sistem soğuk, çünkü mekanizma buz tutmuş. Baharı değil, bahar görüntüsünü sunuyorlar bize. Üstelik her seferinde bir öncekinden daha inandırıcı makyajlarla...
Yine de çiçek açan ağaçlar gibiyiz. Geri durmuyoruz. Her krizden sonra yeniden yeşermeye çalışan bir toplumun evlatlarıyız biz. Çünkü biliyoruz, bu topraklarda bahar, sadece doğanın takvimiyle gelmiyor. Mücadeleyle, sabırla, inatla gelen bir şey bahar…
Ankara’da kar yağarken, İstanbul’da soğuklar bastırmışken… Biz yine de açıyoruz perdeleri. Güneş olmasa da ışık girsin diye içeri. Çünkü umudu kesmek, bu ülkeye yapılacak en büyük haksızlık. Belki zor gelecek, belki geç gelecek ama bir gün… Bahar hepimize uğrayacak.