Ramazan ayının sabırla, niyetle, dualarla yoğrulan maneviyatı, şimdi bayramla taçlanıyor… Kalplere sevinç, evlere bereket, sofralara huzur dolsun

Bu öyle bir gündür ki, çocuk gülüşünde cennet gizlidir; bir el öpüşte, yılların hatırası saklıdır.

Bayram sabahı erkenden uyanır insan. Kalbinde hafif bir heyecan, yüzünde sebebini bile tam bilmediği bir gülümseme…

Camiden gelen tekbir sesi, anneden gelen börek kokusuna karışır…

Bayram budur işte. Hayatın telaşına kısa bir mola, ruhun derin bir nefesidir…

Ve bayram, paylaşmaktır…

Bir dilim baklavayı, bir tabak yemeği, bir içten tebessümü…

Belki de sadece bir “Nasılsın?” demektir bayram…

 Ama yürekten sorulanından…

Ramazan Bayramı’nın en önemli değneği, gönül kapılarını açmasıdır…

Kalbimizde ne kadar öfke, kin, kırgınlık varsa; bayram sabahının ilk ışığıyla birlikte hepsini silmeyi öğretir bize…

Bayram, herkesin gönlünde başka bir renktir…

Kiminin bayramı kalabalık bir sofradır; babaanneden kalma reçelli çörekle başlar sabah. Kimi için bayram, annesiz ilk sabahın sessizliğidir. Kimine göre el öpme telaşı, kimine göreyse telefonla ulaşılmaya çalışılan uzak akrabalar. Herkesin bayramı kendine özgüdür; ama yine de hepsinin ortak bir duygusu vardır: Hatırlanmak.

Eskiden bayram demek; “Ben seni unutmadım” demekti. Sabah erkenden kalkılıp, giyilmek üzere bir kenarda bekleyen yeni kıyafetlere uzanılırdı. Evde bir gün önceden silinmiş camlar, yıkanmış halılar, hazırlanmış bayram tabakları olurdu. Bir gün boyunca onlarca kapı çalınırdı. Şimdi ise tek bir tuşa dokunuyoruz: “Bayramın kutlu olsun.”

Peki, ne oldu bize? hâlâ bayram var mı?

 

Eskiden bayramlar kalbe gelirdi. Öyle ki bir mendil içine sarılmış şekerin sevinciyle sabaha kadar uyuyamayan çocuklardık. Bayram sabahı, büyüklerin elini öpmek bir görev değil, bir heyecandı. Şimdi ise insanlar birbirine mesaj atıyor: “Bayramın kutlu olsun.” O kadar.

Oysa bayram, sadece bir dini ibadetin sonu değil, toplumsal hafızanın da tazelendiği bir dönemeçti. Kırgınların barıştığı, uzakların yakınlaştığı, “ben”lerin “biz”e dönüştüğü bir ortak zaman… Kalabalık sofralar, açılan kapılar, dokunulan ellerdi… Şimdi bu dokunuş eksik… Fiziksel mesafeler arttıkça, duygusal mesafeler de derinleşti.

Bir kısmımız hâlâ yaşatıyor bu gelenekleri. Anadolu’nun köylerinde hâlâ komşu komşuya tatlı taşır, çocuklara mendil içinde harçlık verilir. Balkan göçmeni ailelerde bayram kahvaltısında börek, zeytin, peynir bir arada sunulur. Güneydoğu’da bayramda evler birbirine açılır, insanlar gün boyunca sokak sokak dolaşır. İstanbul’un eski semtlerinde yaşlılar hâlâ “bayram sabahı kahvesi”ni bekler.

Ama büyük şehirlerde hayat başka akıyor. İnsanlar zamanla yarışıyor. Bayramlar bazen sadece üç gün süren molalara dönüşüyor. Uzakta okuyan çocuklar gelemiyor, pandemiyle ara verilen ziyaretler tembelliğe karışıyor, kalpler mesafelere alışıyor.

Bayram kutlamaları çeşitlendi; kimileri sahilde, kimileri yaylada kutluyor bayramı. Bazısı kamp çadırında bayram namazı kılıyor, bazısı AVM’de bayram indirimi kovalıyor. Artık klasikleşmiş geleneklerin yanına yenileri ekleniyor… belki daha sade, belki daha bireysel.

Teknoloji de girdi işin içine. Bayramlaşmalar görüntülü aramalara taşındı. El öpmek bir “emoji” oldu belki ama, hâlâ samimi bir “Nasılsın?” sesiyle gözleri dolanlar var.

Ramazan Bayramı, sadece sofraları değil, gönülleri de donatmak demektir. Yalnızları yalnız bırakmamak, yoksulu unutmamak, affetmenin kıymetini bilmek demektir.

Bu yüzden bayram; bir gelenek değil, bir kalp hareketidir.

Ve bu hareket, her evde, her dilde, her usulde yeniden doğar.

Bu bayram, herkesin kalbine dokunsun… Dargınlıklar bitsin, umutlar yeşersin. Çünkü asıl bayram, gönüllerde başlar.

Nice güzel bayramlara, sevgiyle, sağlıkla, umutla…

Hayırlı Bayramlar!