Bir zamanlar sabahları, ilk işim o gün yapacaklarımı düşünürdüm. Şimdi ise gözlerimi açar açmaz telefonumu kontrol ediyorum.
Kaç bildirim var? Kim ne paylaşmış? Beğenilerim artmış mı? Farkında olmadan, günümün ilk ve son dakikalarını bir ekrana teslim ediyorum.
Sosyal medya, hayatımıza öyle sessizce girdi ki, onun bir "araç" olmaktan çıkıp "amaç" haline geldiğini bile fark etmedik. Her kaydırışımızda dopamin patlaması yaşıyor, her beğeni aldığımızda kendimizi değerli hissediyoruz. Peki ya bu his, gerçek mi? Yoksa bize sunulan bir illüzyon mu?
Yemek yerken, işteyken, hatta sevdiklerimizle sohbet ederken bile elimiz telefonlarda. Bir anı yaşamak yerine, onu "paylaşılabilir" hale getirmenin derdindeyiz. Çocuğumuzun ilk adımını izlerken değil, filtreyle nasıl daha güzel görüneceğini düşünürken buluyoruz kendimizi.
En acısı da yalnızlık hissi. Yüzlerce arkadaşım, binlerce takipçim var ama derdimizi paylaşacak bir dost bulamıyoruz. Sanal dünyada "popüler", gerçek hayatta ise yalnızız.
Belki de durup kendimize sormalıyız: Bu kadar bağlı olmak bize ne kazandırıyor? Kaybettirdiklerinin farkında mıyız? Gözlerimizi ekrandan kaldırıp etrafımıza baktığımızda, asıl hayatın orada, dokunabildiğimiz yerlerde olduğunu görebiliriz.
Bir adım geri atmanın zamanı geldi. Belki de ilk adım, bu yazıyı okuduktan heman sonra.