30 Mayıs 1876 günü gerçekleştirilen askerî darbe ile Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesini ve 4 Haziran sabahı bilekleri kesilerek şehit edilmesini önceki iki yazımda anlatmıştım.

Padişaha yöneltilen sözde suç, meşrutiyeti ilana yanaşmaması, istibdat, yani tek adam yönetiminde ısrar etmesiydi. İhtilalcilerin görünürdeki talepleri, memlekete İngiltere’deki gibi bir taçlı demokrasinin gelmesi, seçimlerin yapılması ve meclislerin açılmasıydı. Meşru padişahı tahttan indiren ve 5 gün sonra katlettiren siyasetçi, asker, bürokrat ve din adamlarını, bu büyük hıyanete sevk eden esas sebep ise her zaman olduğu gibi makam hırsıydı. Öyle ki bu aşağılık emellerine erişmek için padişahın tahttan indirilmesine imkân verecek içi yalanlarla dolu fetva hazırlamaktan ve yabancı devletlerin büyükelçileriyle işbirliği yapmaktan bile çekinmemişlerdi.

DARBECİLER TOPLANIYOR

Tam bu noktada merhum tarihçi Yılmaz Öztuna’nın (ö. 2012) şu sözünü aktarıyorum: “İhtilal olağan düzen değildir. Olağan dışı düzensizliktir. Düzenin yeniden kurulmasına kadar geçecek süre zarfında ne gibi gelişmeler kaydedileceğini, şimdiye kadar hiçbir ihtilalci ve hiçbir fikir adamı kestirememiştir.”

Sultan Aziz’in tahttan indirilmesinden 16 ve öldürülmesinden de 11 gün geçmişti. 15 Haziran 1876 gecesi bir kabine toplantısı yapılması kararlaştırılmıştı. Toplantıda esas olarak Karadağ ve Girit’te çıkan isyanlar ve Avrupa devletlerinin bu isyanlar karşısındaki müdahaleci tutumları görüşülecekti.

Mevsimin yaz olması nedeniyle hükûmet toplantıları Bâb-ı Âlî yerine nazırların konaklarında yapılıyordu. O geceki toplantı da Şûrâ-yı Devlet Reisi Midhat Paşa’nın Beyazıt’taki konağında yapılacaktı. Boğaz’ın üst taraflarındaki uzak semtlerde oturan nazırlar dışındaki hükûmet üyeleri konakta toplandılar. Sadrazam Mütercim Rüşdü Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Kapdân-ı Derya Kayserili Ahmed Paşa, Hariciye Nazırı Râşid Paşa, Maarif Nazırı Ahmed Cevdet Paşa, Defter-i Hakanî Nazırı Yusuf Paşa, devlet bakanlarından Hasan Rıza Paşa, Hâlet Paşa ve Şerif Hüseyin Paşa, teker teker makam arabaları ile teşrif ettiler.

İçkili akşam yemeği yendi. Birçok nazırın neşesi yerine geldi, hatta birçoğunun neşesi haddinden fazla arttı. Bu kafa ile imparatorluğun önemli bir dış meselesi görüşülecekti. Tabii Cevdet Paşa gibi nazırlar ellerini içkiye sürmüyorlar, fakat masada oturuyorlardı. Zemin katta, paşaların maiyetinde gelen adamlarına yemek çıkartılmış, onlar da içerek kafayı bulmuşlar, sonra bazıları da kumar oynamaya başlamışlardı.

Saat gece 22.30’a gelmişti. Görüşmeler ilerlemiş, fakat henüz noktalanmamıştı. Yabancı devletlere verilecek bir notanın metni iki defa kaleme alınmış ancak beğenilmemişti. Bazıları içkinin zihinlerine verdiği bulanıklığı dağıtmak için fincan fincan kahve yudumluyorlar, bazıları sigara içiyorlardı.

Tam bu sırada hünkâr yaveri kordonları takınmış genç bir subay, yıldırım gibi bulundukları salona daldı. Bu subay, Sultan Aziz’in hanımlarından Nesrin Neş’erek Kadınefendi’nin kardeşi, Erkân-ı harp Sağ Kolağası Çerkes Hasan Bey’den başkası değildi.

ÇERKES HASAN BEY İNTİKAM İÇİN GELİYOR

Sultan Abdülaziz, çocukları Mahmed Şevket Efendi ve Emine Sultan’ın dayıları olan bu kayınbiraderini çok sever, Avrupa ve Amerika’dan yeni silahlar geldiği zaman kendisini çağırır:

“Sen iyi nişancısın, iyi vuruyorsun. Şu silahı eline alıp bir tecrübe et bakalım, göreyim!” derdi.

Eniştesinin haksız yere tahttan indirilmesi ve ardından feci şekilde katledilmesi Çerkes Hasan Bey’i çok üzmüştü. Üstüne bir de ablasının ihtilalcilerin hoyratça davranışları yüzünden, eniştesinden bir hafta sonra 28 yaşında vefat etmesi, acısını daha da artırmış, maneviyatını alt üst etmişti.

Bu ruh hâliyle bir çift altıpatlar revolveri beline sokmuş, şurasına burasına iki üç küçük tabanca daha yerleştirmişti. Ayrıca her zaman taşıdığı Çerkes kamasından başka iki kamayı daha üzerine almıştı.

Cibali İskelesi’nden kiralık kayıkla Kuzguncuk’a geçerek Hüseyin Avni Paşa’nın yalısına gitmişti. Uşaklardan, paşanın Midhat Paşa’nın konağına gittiğini, hükûmetin gece orada toplanacağını öğrenmiş, hiç vakit kaybetmeden Midhat Paşa’nın Beyazıt’taki konağına gelmişti. Kapıdaki ağalara:

“Serasker hazretleri buradalar mı?” diye sormuştu. Saraydan bir haber getirdiğine şüphe etmeyen ağalardan biri:

“Yukarıdalar, ama çok acele değilse şimdi girmeseniz iyi olur. Hükûmet müzakere hâlinde.” diye cevap vermişti.

O gece yaşananları anlatmaya müteakip yazımda devam edeceğim.