İnsanların içerisinde bulundukları sosyo-politik ve kültürel ortamda, çaresizlik içerisinde, gerçeklerden umudu kesip, mucizelere-efsanelere inanmalarını-sığınmalarını eleştirmek için; gerçek üstü bir kurgu yaparak yazmış –zor bir cümle oldu biliyorum.



Don Quijote’u Cervantes...

Öylesine olağanüstü bir eser ki; kendisinden sonra gelen bütün romancıları etkilemiş. 

Zaten “dünyanın ilk romanı” kabul edilen bu eseri okurken; Dickens’in Tolstoy’un Orhan Pamuk’un, Lawrence Durrell’in, Cesare Pavese’nin, Gustave Flaubert’in, Balzac’ın, Herman Hesse’nin, Amin Maalouf’un, Stefan Zweig’in, Gabriel Garcia Marquez’in, Umberto Eco’nun, Robinson Crusoe’nun, Jack London’un, Sabahttin Ali’nin, Nicos Kazancakis’in John Steinbeck’in, Panait İstrati’nin, James Jolce’un, Maksim Gorki’nin, Oscar Wilde’ın, Halit Ziya Uşaklıgil’in hatta Kemal Sunal’ın, Laurel ve Hardy’nin, Charlie Chaplin’in  bile satır aralarından çıkıp size göz kırptığını ya da selam verdiğini görüyorsunuz…

“Edebiyatımızın Profesörü” Jale Parla’ya göre Cervantes “Don Quijote” ile romanın “öz babası”, kendisinden sonra gelen bütün önemli başyapıtların da -çünkü Don Quijote’tan şu ya bu biçimde etkilenmemiş tek büyük romancı yoktur- üvey babası…

Sözcükleri sünger gibi çekip uzatmak yerine özetlemek gerekirse…
Bu kitabı okuyun…
Çünkü bu kitabı okuyunca dünyanın bütün romanlarını okumuş gibi olursunuz…
Ve bu kitabı okumadan ölmeyin!
Çünkü çok şey yitirmiş olursunuz…
Yeri gelmişken tarafımı da belli edeyim; sonuna kadar –beni atasözü manyağı yapmasına karşın- Sancho Panza’cıyım…:)))
Neden mi?
Onun sözleriyle karşılık vereyim:
“Saçma sapan sorular sorup, abuk subuk cevaplar verme konusunda benim kimsenin yardımına ihtiyacım yoktur!”