Osmanlı İmparatorluğu’nun son yarım asrında tahta geçen dört kardeşten, 34. Osmanlı padişahı II. Abdülhamid Han, 3 ay tahtta kalan ağabeyi V. Murad Han’ın yerine geçerek 32 yıl, 7 ay ve 27 gün süreyle padişahlık yapmıştır.

Yönetimin gerçekten kendi elinde olduğu I. ve II. Meşrutiyet dönemleri arasındaki 30 yıl, 5 ay ve 10 günlük zaman diliminde, devleti son derece ustaca idare etmiştir. Kendinden sonraki iki padişahtan Sultan Reşad Han’ın devlet yönetiminde hiçbir yetkisi yoktu. 1908-1918 yılları arasında devleti tamamen İttihat ve Terakki Partisi yönetmiştir. Son padişah Sultan Vahîdeddin Han ise geniş imparatorluk topraklarının büyük devletler tarafından paylaşıldığı ve payitaht İstanbul’un bile işgal altında olduğu bir dönemde 4 yıl kadar tahtta kalmıştır.

SİYASÎ DEHA

II. Abdülhamid Han, devrinin önemli yabancı devlet adamlarının dahi takdir etmek zorunda kaldıkları deha seviyesindeki siyasetiyle Balkan devletlerinin birleşmesini önlemiş, kendisinden sonra çıkacak Balkan Savaşı’nı, dolayısıyla da I. Dünya Savaşı’nı 30 sene geciktirmişti. Balkanlar üzerinde Rusya ile Avusturya-Macaristan’ın anlaşmasına imkân vermemiş, ikinci devlet Almanya’yı kazanarak birinci devlet İngiltere tarafından yutulmayı önleyebilmişti. Memleketi savaştan uzak tutarak, bütün gücüyle eğitim ve bayındırlık faaliyetlerine yüklenmişti. Zamanında sadece Yunan Savaşı çıkmış, o da 32 gün sürmüş ve zaferle sonuçlanmıştı.

Devamındaki yıllarda peş peşe karşılaşılan felaketler göz önüne alındığında Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçek yıkılış tarihi, II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 23 Temmuz 1908’dir. Batı, tarihimizdeki bu önemli kırılma noktasında emeline ulaşmış, devleti parçalayıp paylaşmalarının önündeki en büyük engel olan II. Abdülhamid Han’ı nihayet etkisiz hâle getirmişti. İttihatçılar bununla da yetinmeyerek padişahı 9 ay sonra tahttan indirerek yerine sadece iki yaş küçük kardeşini geçirmişti.

FELAKETLER SİLSİLESİ

Felâketler daha II. Meşrutiyet ilân edilir edilmez başlamıştı. 5 Ekim 1908’de, Bulgaristan Osmanlılardan ayrıldı. Aynı gün Avusturya-Macaristan, Bosna-Hersek’i ilhak etti.

1911-12 yıllarında İtalya ile yapılan savaş sonunda Trablusgarp vilayeti ile Bingazi sancağı yani Libya kaybedildi.

İttihatçılar ihanet derecesine varan bir gafletle, II. Abdülhamid Han’ın bizzat körüklediği kiliseler ihtilâfını, 1910’da çıkardıkları bir kanunla ortadan kaldırdılar. Böylece Balkan milletleri Osmanlı’ya karşı kolayca birleşti. 1912’de patlayan Balkan Savaşı’nda koca imparatorluk Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan devletçikleri karşısında bozguna uğradı. Osmanlı’dan, Selanik, Manastır, Kosova, Yanya, İşkodra, Akdeniz Adaları vilayetleri ile Edirne vilayetinin Dedeağaç ve Gümülcine sancakları, Girit ve Sisam koparıldı.

İttihatçılar, devlet yönetiminde beceriksizlik ve başarısızlık konusunda gerçekten rekor kırarak 1914’de devleti bu defa, dünyanın en güçlü devletlerine karşı Almanya safında I. Dünya Savaşı’na soktular. 1914 sonunda İngiltere, Kıbrıs ile 1882’de işgal ettiği Mısır ve Sudan’ı ilhak etti.

1918’de savaş bittiğinde, imparatorluğun kalan toprakları da yağma edilmiş, bugünkü Irak, Suriye, Lübnan, İsrail, Ürdün, Yemen ve Suudi Arabistan devletlerinin bulunduğu topraklar elden çıkmıştı.

DOKUZ YIL HAPİS HAYATI

II. Abdülhamid Han tahttan indirildikten sonra aynı gün önce trenle Selanik’e götürülmüş, orada 3,5 yıl kadar kaldıktan sonra Beylerbeyi Sarayı’na getirilmişti. Burada da 5 yıl kalan padişah 10 Şubat 1918 Pazar günü vefat etmişti. Ertesi gün yapılan cenaze merasiminde, aradan geçen dokuz sene içinde karşılaşılan felaketlerle perişan olan halk, sanki ondan özür dilercesine Topkapı Sarayı ile Çemberlitaş’taki türbe arasını doldurmuştu. Ahmed Refik o anları şöyle anlatıyordu:

“Sokaklar insandan görülmüyordu. Ayasofya önünden Sultan Mahmud Türbesi’ne kadar caddeye iki sıra asker dizilmişti. Ağaçlar, evler, pencereler, damlar, kadınlar ve çoluk çocukla dolmuştu. Tramvaylar durmuştu. Tabut acıklı ve tesirli dualarla, tekbir ve tehlillerle ilerliyordu. Cenazeyi görenler müteessir oluyorlardı. Evlerin pencereleri kadınlarla dolu idi. Bir hanım hıçkırıklarını zapt edemiyor, mendili gözlerinde, başını duvara dayamış ağlıyordu.”