En son söyleyeceğimi, en baştan söyleyeyim…

Leo Perutz’un neredeyse yüzyıl önce yazdığı “Dokuzla Dokuz Arasında”, son yıllarda okuduğum en iyi romanlardan biri oldu.

“Leonardo’nun Yahuda”sında olduğu gibi yalın ama etkileyici bir dil –ki bunda çevirmen Zehra Aksu Yılmazer’in olağanüstü katkısı olduğuna inanıyorum- müthiş kurgu ve hiç düşmeyen bir tempo…

Bütün bunları, yalnızca 195 sayfada yapabilmek için sanırım Leo Perutz olmak gerekiyor.

Özel ders vererek geçimini sağlayan Demba’nın, kız arkadaşının “gıcık” olduğu biriyle tatile çıkmasına engel olmak için 12 saatte yaptıkları ve yaşadıkları üzerinden anlatıyor anlatacaklarını Perutz…

Küçük burjuvalarını, üst sınıflarını, bilim insanlarını, entellektüellerini kumarbazlarını ve kibar hırsızlarını fona koyarak dönemin Viyana’sını hicvetmekten geri kalmıyor. Bu karmaşık sosyal çevrede, kadın düşmanlığı, antisemitizm ve yabancı düşmanlığı gibi unsurların bireyin kimliği ve özgür iradesi üzerindeki etkisine de vurgu üstüne vurgu yapıyor.

Ve bütün bunlardan sonra, ortaya neredeyse “ilahi” sayılabilecek bir metin çıkıyor.
Bize de, tadına vararak okumak düşüyor!…

Adet olduğu üzere kitaptan;

“Öyle insanlar vardır ki, özgürlük onları mutlu etmez, sadece yorar! Ben özgürlük istedim. Varlığımın her zerresiyle Steffi. Ama sadece yoruldum ve şimdi tek isteğim dinlenmek…”