Kurmay Önyüzbaşı Çerkes Hasan Bey’in, eniştesi Sultan Abdülaziz’in intikamını almak üzere 15 Haziran 1876 gecesi, kabinenin toplandığı Midhat Paşa’nın Beyazıt’taki konağına geldiğini önceki yazımda anlatmıştım.

Bu sırada nazır paşalar, sıcak, içki ve fazla yemekten bunalmış, üzerlerine rehavet çökmüştü. Hâlet Paşa sıkılmış, koltuğunda oturmuyor, ayakta dolaşıp boyuna koltuk değiştiriyordu. Pencerenin önünde Râşid Paşa vardı. Ahmed Cevdet Paşa kapı tarafına düşmüştü. Yanındaki koltukta eski serasker Rıza Paşa, onun yanında da Midhat Paşa oturuyordu. Karşıda Şerif Hüseyin Paşa ile Yusuf Paşa yan yana idiler. Başköşede Rüşdü Paşa, Avni Paşa ve Ahmed Paşa bulunuyordu.

İşte tam bu sırada Çerkes Haşan Bey, nazırların toplandığı salonun kapısını açmıştı. Ayağı ile kapıyı sertçe kapayıp elindeki altıpatlar Amerikan yapısı tabancayı Hüseyin Avni Paşa’ya doğru çevirip, “Davranma serasker!” diye bağırmıştı.

Salon bir anda karmakarışık olmuştu. Nazırların çoğu ayağa kalkmıştı. Çerkes Hasan Bey, uzaktan Avni Paşa’ya iki el ateş etmişti. Kurşunlardan birini göğsüne, diğerini karnına yiyen paşa hemen can vermemiş, can havliyle sofaya atılmıştı. Yere serilmiş, ama henüz ölmemişti. Fakat yediği kurşunlar amansızdı. Bilhassa karnına isabet edeni bağırsaklarını parçalamıştı, müthiş ızdırap çekiyordu. Hasan Bey, seraskerin arkasından atılmıştı. Bu sırada ihtiyar Kapdân-ı Derya Kayserili Ahmed Paşa genç subayı arkasından kucaklamıştı. Bir defa şiddetle silkinen Hasan Bey kuvvetinin, Ahmed Paşa’nın kollarını çözmeye yetmeyeceğini hemen anlamıştı. Her saniyesi de sayılı idi. Uzunca bir mücadeleyi göze alamazdı. Sağ elindeki tabancayı bırakmaksızın, sol eliyle kamasını çıkarmış, Ahmed Paşa’nın bir kulağına kamayı dokundurmuştu. Kulağının dibi şiddetle kanamasına ve yüzü gözü kan olmasına rağmen Ahmed Paşa Hasan Bey’i bırakmamıştı. Hasan, arkadan göğsüne uzanan Ahmed Paşa’nın koluna kamayı saplamıştı. Yine bırakmayınca Ahmed Paşa’nın parmaklarını pastırma keser gibi dilimleyerek kesmeye başlamıştı. Artık mecali kalmayan Ahmed Paşa, Hasan Bey’i bırakmış, bu mücadele yarım dakikadan az sürmüştü.

Hasan Bey, sofada kanlar içinde yatan Hüseyin Avni Paşa’yı görmüştü. Serasker ölüm hâlindeydi. Fakat ne olur ne olmaz, işi şansa bırakamazdı. Ahmed Paşa’nın parmaklarını doğradığı kamayı, paşanın üzerine çökerek vücuduna saplamıştı. Serasker son defa titremiş, kasılıp kalmıştı. Hasan Bey hıncını alamamıştı. Kamasını birkaç defa daha paşanın cesedine batırıp çıkarmış, bu arada nümayiş olsun diye bir iki kurşunu da havaya sıkmıştı.

Sofadan salona döndüğü zaman, biri hariç bütün nazırların salonu terk edip kaçtıklarını fark etmişti. Yalnız Râşid Paşa oturmakta devam ediyordu. Hasan Bey, başına nişan alarak paşaya ateş etmiş, paşa oracıkta hemen ölmüştü. Gerçi bir rivayet de şuydu: Baskın sırasında Râşid Paşa korkmuş ve kalp sektesinden oturduğu yerde ölmüştü. Hasan Bey kurşunu, nazırın zaten ölmüş vücuduna sıkmıştı.

Midhat Paşa, konak sahibi sıfatıyla hemen harem kısmına geçtiği için, kendini en iyi şekilde emniyete almıştı. Bu arada ihtiyar Rıza Paşa, hemen hane sahibinin peşine takılmış, o da Midhat Paşa ile beraber hareme geçerek canını kurtarmıştı. Yusuf ve Şerif Hüseyin Paşalar, salonun yanındaki odaya kaçmışlar, Cevdet Paşa da onları takip etmişti. Maliye Nazırı Yusuf Paşa, merdivenlerden birinden avluya inmiş, bir arabanın altında bir müddet saklandıktan sonra kimsenin gelmediğini görünce sokağa çıkmıştı.

Sadrazam Rüşdü Paşa ise, Hâlet Paşa ile beraber, salonun karşı tarafına açılan odaya sığınmış ve kapısını kilitlemişti. Bu sırada işini bitiren Hasan Bey, Midhat ve Ahmed Paşaları öldürmek niyetiyle, Rüşdü Paşa’nın bulunduğu odaya gelmiş ve omuzlayarak kapıyı aralamayı başarmış, “Aç paşa, sana bir şey yapacak değilim. Rıza Paşa da eski seraskerimdir. Kayserili’yi verin, gideyim!” demişti.

Bu sırada Midhat Paşa’nın uşağı Ahmed Ağa, bir yatağanla Hasan Bey’e arkadan saldırmış, fakat bu işleri bilmediği için sadece ensesinden yaralayabilmişti. Hasan Bey bir kurşun sıkarak onu da öldürmüştü.

Artık katliamın geçtiği salona asker gelmeye başlamıştı. İlk gelenlerden biri, Hasan Bey’in kurşunu ile ölmüştü. Bir zaptiye eri idi. Hasan Bey ertesi günkü sorgusunda, “Biçare bir zaptiyeyi öldürdüğüme, fakat özellikle de Midhat Paşa’yı öldüremediğime üzülüyorum!” demişti.

Sonunda Hasan Bey yakalanıp tutuklanmıştı. Beyazıt’taki Seraskerlik binasına götürülüp sorgusuna başlandığında vakit gece yarısını geçiyordu. Yaralarına bakmak için gelen doktora, “Teşekkür ederim ama beni hemen yarın ya asarlar ya da kurşuna dizerler. Boşuna zahmet etmeyin.” demişti.

Sorgusu sırasında, “Bu işi nefsim için yapmadım, millet için yaptım. Öyle bir şey yapmalıydım ki ibret olsun, bundan sonra kimse padişahı tahttan indirmeye cesaret edemesin.” diyen Çerkes Hasan Bey 17 Haziran 1876 günü sabah erken saatte, Beyazıt’taki büyük kapının önündeki dut ağacına asılarak idam edildi. O günden beri herkes kendisini millî bir kahraman olarak görmüştür. Edirnekapı’daki kabrinin taşında mealen şunlar yazılıdır:

“Meşhur kumandanlardan ve Çerkes gazilerinden Gazi İsmail Bey’in oğlu olup Harbiye Mektebini bitirerek kolağası rütbesini almış iken genç yaşında velinimeti uğrunda canını feda eden, merhûm ve mağfûr Çerkes Hasan Bey’in ruhu için el-Fâtiha.”