“Bir otelde her gün neler yaşandığını bir bilseniz! Bir şeyler olmadan geçen tek gün bile yoktur” diye başlıyor anlatmaya Christina Stead, Küçük Otel’de…
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Cenevre Gölü’ndeki küçük bir otelde bir araya gelen ve gerçekte “kendilerinden kaçan” insanları anlatıyor. Kendilerinden kaçan bu insanların büyükçe bölümünün, savaşı kazanan tarafta yer alması ise hayli ironik. Örneğin İngilizlerin, iktidardaki İşçi Partisi’ne duydukları nefret nedeniyle ülkelerine gitmek istememesi gibi…
Christina Stead, otel sahibi Madam Bonnard üzerinden; konukları, kendi arkadaşlarına, ailelerine ya da avukatlarına söyleyemeyeceği birçok sırrına vakıf olmasını, her bir konuğun tuhaflıklarını, çaresizliklerini, kıskançlıklarını, önyargılarını ve kinlerini öyle yalın bir dille anlatıyor ki, okumuyor sanki dinliyorsunuz…
Özellikle nükteleriyle kahkahalar atmamı sağlayan Bay Wilkins karakterini uzun süre unutacağımı sanmıyorum.
Bu arada “Küçük Otel” Christina Stead’ın Türkçe’ye çevrilen ilk kitabıymış, umarım devamı gelir…
Ve kitaptan;
-Ama insanlar seni jigolom sanacak!
-Benim yaşımdaki bir insan için gurur verici olur…