Mina Urgan’ın “Bir Dinozorun Anıları” kitabını ilk çıktığında okumuş, büyülenmiştim. Bir yıl sonra çıkan “Bir Dinozorun Gezileri”ni ise büyünün etkisi geçtikten sonra okurum diye ertelemiştim. Yaşamın hay huyu içerisinde kısmet bugüneymiş.
Bizdeki otobiyografi kitapları “övünme”, biyografi kitapları da “güzelleme” olduğu ve Mina Urgan yazarken bu iki genellemenin dışına çıktığı için, ikinci kitabı da ilki kadar değerli.
“Bir Dinozor’un Gezileri”nde de yine kültür, sanat ve politika dünyasının ünlüleri adeta resmi geçide duruyor. Urgan bizi samimi –yoksulluğunu, yoksunluğunu hiç sakınmadan- ve yalın üslubuyla, ömrünün yaklaşık 65 yılına sığdırdığı gezilere çıkarıyor. Onunla bu gezileri yaparken, siz de kafanızda paralel bir rota oluşturup, yaptığınız yapamadığınız, gittiğiniz gidemediğiniz gezileri düşünüyor, kah mutluluk duyuyor, kah burukluk yaşıyorsunuz.
Mesela ben de Bodrum konusunda Mina Urgan gibi düşünüyor, hatta kışın gidilmesi gerektiğine inanıyorum. 20’li yaşların ortasındayken, bir kış gidip Farilya’da, o zaman tenha bir koydu, hala öyle mi bilmiyorum, tatil yapmıştım. Altı meyhane olan iki katlı bir motelde kalmış, geceleri 04’00te balıkçılarla balığa çıkıp, onların ağları çekmesine yardım ederken, koyları tek tek dolaşmıştım, elimde ısıtıcı olarak kullandığım köpek öldürenle! Yaşamımın en güzel tatillerinden biriydi.
Paris konusunda O’nun gibi düşünüyorum. Severim Paris’i ama bana hep bir şeyi eksik gelir. İtalya konusunda da hem fikiriz ama bir farkla; O Roma’cı ben Floransa’cıyım. İlk gittiğimde sanki bin yıldır orada yaşıyormuşum gibi gelmişti bana…
Urgan’ın ABD’ye yolculuğu sırasında, uçakta sigara içerken yakalandığı sayfalar bana sesli kahkaha attırdı. 11 Eylül saldırılarından sonra iki kez ABD’ye gitme şansım olmuştu. Hele ikincisi, esaslı bir seyahat olacaktı. Ama New York 14 saat, 3 saat önce havalimanında bulunma zorunluluğu, 3 saat de çıkışta! Bu yaklaşık 24 saat sigara içmemem demekti. Bir de o dönem, ABD’lilerin Müslümanları hakir gören tutumunu aklıma getirince, sigarayı bıraktıktan sonra giderim, demiştim. Gitseydim kesin benim de başıma aynı olay gelirdi, üstelik kafam da bi dünyayken!!!
İlk kitabında olduğu gibi, “Bir Dinozorun Gezileri”nde de çok şey öğrendim Mina Urgan’dan… İman ettiklerini, takıntılı sevgililerini; Shakespeare, D. H. Lawrence (Kadın düşmanı, iktidarsız ve düpedüz dümbük! İnanmayan 2007 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Doris Lessing’in ‘Lady Chatterley'in Aşığı’na yazdığı önsözü okusun) ve Thomas More (Kral VIII. Henry döneminde iş başına getirilince yalnızca protestan oldukları için insanların diri diri yakılması emrini veren, görevden alınınca hümanist kesilip, “Ütopya”yı yazan, daha sonra idam edilen (Ne yazık ki yakılmayarak!), 1935’te Katolik Kilisesi’nden ‘Saint’ yani aziz, ermiş sıfatını alan More’un “Has komünist” olduğuna iman ediyor Mina Urgan) hakkında düşünceleri ve “kocakarı –ifade kendisine ait- hezeyanlarını” dikkate almadığınız sürece çok şey öğreniyorsunuz.
Çünkü yaşadıklarını, tanıklık ettiklerini, eğip bükmeden, ideoloji hamurunda yoğurmandan anlatıyor.
“Bir dinozorun Anıları” da -bu arada kitabın kapak fotoğrafı ilkinin aksine harika olmuş- en sevdiğim ve beni en çok etkileyen kitaplar arasındaki yerini alacak.
Ve Mina’nın son sözleriyle bitirmenin vakti geldi:
“Bu dinozor öyle bir yaşa geldi ki, bunca genç, bunca çocuk ölürken, daha fazla yaşamak biraz ayıp gelmeye başladı ona. İsteği, çevresine ve kendisine bir baş belası haline gelmeden, bu dünyadan göçüp gitmek. Kalanlara sonsuz sevgiler.”
Bu arada yayıncı dostum Tuncay Gezer’in verdiği bilgiye göre; Mina Urgan’ın ilk kitabının satışı bir milyonu, ikinci kitabının satışı ise, şu ana kadar 800 bini aşmış!!