Benim bir filmde aradığım ne varsa, vardı bu filmde…

İyi bir senaryo, iyi bir kast, iyi bir kurgu, iyi bir sinematografi ve bütün bunları gözümüze sokmayan yalın bir bütünlük…

Dibine kadar yalnızlığı, sapına kadar umutsuzluğu ve elbette çaresizliği o kadar güzel anlatmış ki yönetmen Martin McDonagh “The banshees Of İnisherin”de

Fona İrlanda iç savaşını koyup –gerçekten fona koymuş, laf olsun diye demiyorum :)-, götürdü bizi İrlanda açıklarındaki herhangi bir adanın herhangi bir köyüne ve orada anlattı anlatacaklarını… Üstelik hiç kimsenin uçup kaçmadığı, bizi şaşırtmadığı bir öyküyle…

“The Banshees of Inisherin”in baş rollerinde çok sevdiğim iki oyuncu var; Colin Farrel ve Brendan Gleeson. Zaten bu ikili “In Bruges’da” da döktürmüşlerdi. Ama beni şaşırtan Barry Keoghan oldu. Tiyatroda “rol çalmak” diye bir tanım vardır.
Keoghan bu filmde resmen toplu ve nitelikli hırsızlık yapmış. Farrel ve Gleeson filmi izledikten sonra bu hırsızlığın farkına varıp, kesin onu pataklamışlardır!!! :)))

Aslında 8 dalda Oscar’a aday olan bir film için fazlaca bi şey anlatmaya gerek olmadığını düşünüyorum.

Ama yazmadan edemeyeceğim bir detay daha var; yahu bir filmin bütün kareleri, çerçeveletip, duvara asacak kalitede –umarım İsmail Bayram‘ın kıta sahanlığına girmemişimdir :))))olabilir mi?

İşte Martin McDonagh bunu da başarmış!

Bu film bütün Oscarları toparlar abicim, diyemiyorum; çünkü diğer adayları izlemedim ve geçen yıl ki tahminimde yanıldım… :///

Filmden bir replikle noktalamak en iyisi:

“Eskiden bunun iyi bir şey olduğunu zannediyordum ben, kalbi temiz olmanın. Şimdi duyduğum en kötü hakaret gibi.”