Son günlerde ülkemizde basın özgürlüğüne yönelik endişeler artarken, Halk TV’nin abluka altına alınması, beş gazetecinin gözaltına alınıp sonunda Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş’ın tutuklanması bu endişeleri daha da derinleştirdi.
Halk TV'de yaşananlar, medya üzerindeki baskıların ne kadar ciddi boyutlara ulaştığını gösterdi. Diğer yandan demokrasiye ve adalete olan inancımızı tekrar sorgular olduk.
Gazetecilerin tutuklanması toplumun haber alma hakkının ihlali olduğu için, demokratik toplumlarda son derece önemli bir sorundur.
Gazeteci, en basit ifadeyle, halkın haber alma hakkını sağlamak için yazarak ve konuşarak vatandaşların sorunlarını topluma duyuran insandır. Bu görevini yaparken gözettiği en önemli hedef kamu yararıdır. Bu özelliği nedeniyle de gazetecilik mesleği kamu görevi niteliği taşır.
Bu hafta, beş gazetecinin gözaltına alınıp sonunda Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş’ın tutuklanması ile sonuçlanan olaylara neden olan haber, tartışmasız gazetecilik faaliyetidir.
İmamoğlu’nun CHP’li belediyelerle ilgili soruşturmalarda sürekli olarak aynı kişinin bilirkişi olarak atandığını ve bu ismin aleyhte raporlar hazırladığını açıklamasından sonra, Barış Pehlivan’ın gazetecilik refleksiyle söz konusu bilirkişiye telefonla ulaşması ve merak edilenleri sorması, dünyanın neresinde olursa olsun haberciliktir.
Bu telefon görüşmesinin Halk TV yetkililerince kayda alınıp yayımlanması konusunda etik tartışma başlatanlara, gazeteciliğin temel ilkeleri arasında “Saklı kalması kaydıyla verilen bilgiler, kamu yararı ciddi biçimde gerektirmedikçe yayınlanmaz” kuralının bulunduğunu anımsatmak gerekir.
Bilirkişinin İmamoğlu’nun iddialarını reddettiği o telefon görüşmesi, kesinlikle kamu yararının ciddi biçimde gerektirdiği bilgiler içeriyor. Üstelik tartışılan olayda bilirkişi, Halk TV adına arayan tanınan bir gazeteci ile konuştuğunu biliyor ve sözlerinin kayıt dışı olması (off the record) talebinde de bulunmuyor. Bu durumda gerçek bir gazeteci, o görüşmedeki bilgileri kendisine saklamaz, haberi halka duyurur.
Türkiye’de gazeteciler gerçekten basın özgürlüğü için mi mücadele ediyor, yoksa siyasi taraflarının çıkarlarını mı savunuyor?
Basın özgürlüğü ve demokrasi tartışmaları, gazeteciler arasında da derin ayrışmalara yol açtı. İktidara yakın medya kuruluşları ve gazeteciler, yaşananları büyük ölçüde görmezden gelmeyi tercih etti ya da yargının bağımsızlığı çerçevesinde değerlendirdi. Olayları eleştiren birkaç isim dışında, bu çevrede ciddi bir sessizlik hâkimdi.
Buna karşılık, muhalif medya ise konuyu basın özgürlüğü ekseninde ele alarak, Türkiye’de gazeteciliğin baskı altında olduğunu savundu.
Bu bölünme yeni değil ama her olayda daha da derinleşiyor. Bir tarafta basın özgürlüğü savunucuları, diğer tarafta ise yargının bağımsızlığını ve sürecin hukuki yönünü savunanlar var. Oysa gerçek bir gazetecilik etiği, her durumda meslektaşlarının haklarını savunmayı gerektirir. Medya, tarafgirlikten sıyrılıp gazeteciliğin evrensel ilkelerine sahip çıkmazsa, bu kutuplaşma sadece gazetecileri değil, toplumun haber alma hakkını da zedeler.
Bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: Türkiye’de gazeteciler gerçekten basın özgürlüğü için mi mücadele ediyor, yoksa siyasi taraflarının çıkarlarını mı savunuyor? Asıl sorgulanması gereken belki de budur.