Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanma sürecinin ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne yönelik art arda düzenlenen operasyonlar, siyasetin ve adaletin kesiştiği hassas bir dönemi işaret ediyor
İstanbul sadece bir şehir değildir; Türkiye'nin kalbidir. İşte tam da bu yüzden, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik her hamle, yalnızca bir yerel yönetim meselesi olarak kalmaz; ülke siyasetinin genel akışına da yön verir. Son bir ayda İBB’ye yapılan operasyonlar, gözaltılar ve soruşturmalar da tam olarak böyle bir dönemin habercisi.
Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanma sürecinin ardından adeta bir düğmeye basıldı. Belediyedeki eski-yeni birçok çalışan hakkında peş peşe gözaltı kararları verildi. Hafta sonu yine uzun bir listeyle yeni bir operasyon yapıldı. Bu operasyonlar bir yönüyle hukuki sürecin işlediğini gösterse de diğer yönüyle çok daha derin bir siyasi stratejinin izlerini taşıyor.
Peki, soruşturmalar gerçekten ne anlama geliyor?
Bu soruşturmaların birkaç temel amacı olabilir. Birincisi, İBB’nin yönetim kadrosunu baskı altına alarak mevcut işleyişi yavaşlatmak, hatta felç etmek. Çünkü İstanbul’u yönetmek sadece asfalt dökmek veya metrobüs işletmek değildir; İstanbul’u yönetmek, Türkiye'yi yönetmeye talip olmak demektir.
İkincisi, Ekrem İmamoğlu’nun ve ekibinin kamuoyundaki algısını zedelemek. Seçmen gözünde "temiz belediyecilik" imajı oluşturmuş bir yönetimi, şaibe tartışmalarıyla yıpratmak, iktidar için stratejik bir hamle olabilir.
Üçüncüsü ve belki de en önemlisi: 2028 seçimlerine giden yolda İstanbul’u yeniden kontrol altına almak. Unutulmamalıdır ki İstanbul, Türkiye genelinde hem ekonomik hem de psikolojik üstünlük anlamına gelir. İstanbul'da kaybeden, Türkiye genelinde moral üstünlüğünü de kaybeder.
Soruşturmaların sonucu ne olacak?
Burada iki temel ihtimal var. Eğer yürütülen soruşturmalar somut ve ciddi bulgulara dayanıyorsa, İmamoğlu ve ekibinin siyasi geleceği ciddi şekilde zarar görebilir. Ancak eğer bu süreç kamuoyunda "siyasi operasyon" olarak algılanırsa, bu kez ters tepebilir ve İmamoğlu cephesine yeni bir mağduriyet desteği doğar.
Türkiye siyasetinin geçmişi, "mağdur edilen liderlerin" halk tarafından daha da güçlendirilerek ödüllendirildiği örneklerle dolu. Dolayısıyla, bu soruşturmaların yönetiliş biçimi, sonuçtan daha belirleyici olacak. Yargı süreçleri şeffaf, hızlı ve adil yürütülmezse, kamuoyunda oluşacak adaletsizlik algısı tüm hesapları bozabilir.
İstanbul üzerinde oynanan oyun, sadece bir belediye yönetimi kavgası değil; 2028 Türkiye’sinin kaderini belirleyecek bir satranç hamlesidir. İBB’ye yönelik operasyonlar şayet hukuk çerçevesinde kalırsa, ülkeye olan güveni artırır. Ancak siyaset hukukunun önüne geçerse, yeni bir dalga başlatır: Halkın adalet duygusuyla yükselen yeni bir direniş dalgası…
Fakat CHP'deki sancılar da en az kayyumlar ve tutuklamalar kadar sarsıcı. Değişim çağrıları, yönetim krizleri, hizip savaşları… Cumhuriyet Halk Partisi, son yerel seçim zaferinin ardından tam anlamıyla bir "zafer sarhoşluğu" yaşamadı; aksine, içine kapanan, kendi kendini yiyip bitiren bir organizmaya dönüştü. Parti içinde ideolojik ve kişisel ayrışmalar, kamuoyuna açık bir şekilde sergilendi. Liderlik mücadelesi sessiz bir savaş gibi sürerken, parti tabanı daha net bir vizyon ve güçlü bir liderlik beklentisi içinde.