Ümraniye'sinde bir genç polisin, kalbi deninen Şişli'de cadde ortasında mafyanın çatıştığı, ülke gibi üç yanı deniz olmasına karşın karayolu tıkanan ve dünyanın birçok ülkesinden büyük olan ülkenin en büyük kenti İstanbul'un taşı, toprağı altın olduğunu duyup bu kenti adeta istila edenlerin sayısında her geçen gün artış olduğunu, geceleri 16, gündüzleri 20 milyonu bulan nüfusu ile daha iyi anlıyoruz.

Bir zamanlar yorganını alanın geldiği, bugün ise memleketinde kazandığını alıp gelenlerin doldurmaya devam ettiği İstanbul'a ilk girdiğinizde aklınıza hemşeriniz, önerilen akrabanız gelir. İlk iş olarak aradığınız bu isimlerin çoğu, İstanbul'a daha önce gelen ailelerin fertleridir. Yani yerleşiklerdir; çevre edinmişlerdir ve milyonların yaşadığı kenti az çok tanıdıkları için “adam” ve “önder” olarak durur gibidirler. 
Başta siyasette olmak üzere ticarette ve sosyal hayatta adları ilk akla gelenlere İstanbul'da “adam” ve “önder” denir. Özellikle hemşehri toplumu arasında “adam” ve “önder” olarak sayılanların ne iş yaptıklarına baktığınızda, karşınıza ilk olarak toplumu kullanarak kendi menfaatlerine yeni menfaatler katmak olduğunu görebilirsiniz. 
Her biri, üzerine paniklediği çöplüğünden memnun ve mutlu olup kimsenin alanlarına girmesini istemez; gerçek yüzlerini ortaya koymalarına müsaade etmezler. Aslında bunların ata dedeleri de aynıydı; onlarda İstanbul'a gelen torunları, çel çocukları gibiydi. 

Memlekette “adam” ve “önder” olarak bilinenlerin ata dedeleri de köylüleri kullanarak “adam dede” oluyorlardı. Yıllarca o saf, temiz köylülerin üzerinde rantlarına rant katar, kendilerine karşı çıkanları da ya komünist ya da devlet düşmanı diye ihbar edip, birlikte rantı paylaştıkları kamu katipleriyle yok etmeye çalışıyorlardı. 

Dün yaşanan ve Kemal Sunal ile Şener Şen filmlerine ilham olan bu durumlar, bugün de İstanbul'da yaşanıyor. Bugün dernekçilik, federasyon ya da buna benzer kurumları ellerinde tutan aynı kişiler, ticaretlerini ve siyasi hayatlarını bu alan üzerinden yürütürken benim gibi bir manyak gelip bunlarla savaşma, toplumu deşifre etme çabasında. 
Bu mücadelede, dün yaşananların aynısı bugün de yaşanıyor. İstanbul gibi büyük bir metropolde çok küçük alanlarda mutlu olan bu kişilerin dünyasını alt üst eden çalışmalar ortaya koymanın verdiği rahatsızlık, akla mantığa sığmayan yollarla engellenmeye çalışılır. 
Başaramayınca, kendi maddi imkanlarının yanı sıra samimi insanları etkileyerek onların toplumun önünü açan çalışmalara takoz olmaya çalışırlar. Kısacası, ata dedelerinin alışkanlıklarıyla İstanbul'da da diğer barı kentlerinde de “adam” ve “önder” olarak bilinenlerin aslında birer korkak ve bir o kadar da beceriksizler ordusu olduğu toplum tarafından biliniyor.

Bu kavgayı birlikte kazanacağız.

Ama bu şehirde birçok fesat, birçok onlara direnen namuslular da var. Ve bu şehrin her alanında var olmasına çaba gösterenler mevcut. Korkakları ve cesurları var; gizli çatışmalarla, ajanlık ve namussuzca saldıranlar var. Bunlara karşı namusu ile direnenler var. Bu şehirde bir kavga var ve o kavgayı kazanmaya inatlılar. Hep birlikte, kardeşçe, el ele, sırt sırta vererek bu savaşı kazanacağız diyorlar. Duyuyor musunuz? Ey sağır, dilsiz ve namussuzlar! Bu savaşı size rağmen biz, insanlık diyerek kazanacağız.