Yazının başında sorulan bu soruyu sormak bile o kadar korkutucu, o kadar acımasız ki; Bunu hissetmek, yaşamak gerçekten de zor, bir o kadar da mecburî...
Çünkü; sizin özel hayatınız olduğunu sandığınız bir alana, bir gün beklenmedik bir giriş yapılır ve sizin, “benim özel hayatım” dediğiniz her şeyiniz bir anda paramparça, bir o kadar da korkunç duruma gelirse, buna mecbur kalırsınız.
Ve size bir gün "Özel hayat anlatılır mı?" sorusu sorulursa ne yaparsınız?..
Bu soruyu cevaplamadan önce sakın, "bu özel hayata neden girişe izin verdiniz?" sorusunu sormayın!..
Çünkü, o sizin elinizde değil ve beklenmedik bir kapı mutlaka bulunur...
Bu tarihte, aşkta, sevgide, siyasette ve en korunaklı kalelerde bile gerçekleşmiştir.
İnanmıyorsanız dönün tarih kitaplarına bir bakın, bir göz atın, nice korunaklı sanılan kalelerin beklenmedik bir yerden yarılıp işgal edildiğini göreceksiniz...
Ay'dan bile görünen o Çin seddini yapanların kalelerinin bile aşılıp işgal edildiğini göreceksiniz. Uzak Doğu'dan gelip, Anadolu'nun kalbine kadar acımasızca saplanarak, işgal eden Moğalların başardığı gibi...
Peki bu durumun yaşandığı bir anda insanların ne hale, nasıl bir konuma geldiğini hissedebiliyor musunuz?..
En acısı!
Kalenizi ve de sizi işgal edenlerin size ve de kalenize silinmeyecek tahribatlar, verdikten sonra hiçbir şey olmamışçasına, “Ben gidiyorum!” derse o zaman ne yaparsınız?
İşte asıl yıkıntı orada başlar, tüm çabanıza karşın...
Siz de mi benim gibi bu durum karşısında direnip, yıkıldıkça yıkmak, dökmek mi istersiniz ve "bana kalmadı başkasına da kalmasın" mı dersiniz?.. Yani Türk filmlerindeki gibi “Ya benimsin ya kara toprağın” mı? dersiniz…
Ki bu yönde her gün aldığımız haberlere “vah vah” deyip geçerken buna hangi tarafın neden olduğuna hiç bakma gereği duymayız.. Çünkü sizde o tarafta yada bu taraftasınız..
Yoksa yerinizde oturup, bu hırs sizi yiyip, bitirip, tüketip ve de korkunç bir canavar haline getirdiğinde, şu anda benim yaşadıklarım gibi size özel bir cehennemi mi yaratır?..
Ya da, önce eliniz, kolunuz kalkmaz, beyniniz, kalbiniz çalışmayıp durur, adımlarınız sizi her zamanki gibi bir yerlere alıp götürme isteğinden vaz mı geçer?..
Oturduğunuz yerde kala kalır, kendinizi mi yer bitirirsiniz?..
Belki de; "Nasıl edeyim, ne yapayım" diye kala kalıp, her gün bittiğinizi seyre dalıp, bu yazının o ömür gibi akıp giden hayat ve onun gibi bu yazının içindeki resimde görüldüğü gibi taş kesilir, dua eder gibi donup, kalırken çaresizliği mi seçersiniz?..
Ve en önemlisi;
Bu ülkede ve bu cehennemsi törelerin yaşandığı, örf ve adetlerin müsaade etmediği bir yerde, özel hayatınızda yaşananları anlatma cesaretine
bulabilir misiniz?..
Tabi ki cevabınız hazır...
Koskoca bir, HAYIR!
Ama; O özel hayatınızı ve de kalenizi işgal edip, tahrip edip yıkıp, yıllar sonra "Ben gidiyorum" diye karar verilirse ve de konuşma noktası sıfıra inmişse, paylaşmak için bir soğuk duvara veya şimdiki gibi bir yerde kendinizi, derdinizi, içinizi, özel hayatınızı ve de yaşadıklarınızı anlatmakla karşı karşıya mı gelirsiniz, benim gibi...
Ben çok kararlıyım;
Yaşadıklarımı, toplumun özellerini yazan biri olarak, kendi özellerimin de yazılmasına çok kararlıyım...
Çünkü o toplum, seni, beni ve özelimi çok ama çok merak eder durur, yaşadıklarımı sağından solundan öğrendikçe...
Ben durup, tıkanıp, kapandıkça ve de yürüyecek cesaret bulamadıkça bunu istiyor herkes...
Nedenini merak eder!..
"Niçin bu duruma geldi?" der.
"Bu suskunluk ve de kendini kapatmışlık nedir?" diye yırtınıp durur.
Buda, Marmara'dan sonra Doğu ve Güneydoğu'daki 11 kenti yerle bir eden ve son olarak Malatya'da yetmedi, memleketim Ardahan'da da hissedilen Rize'de ki deprem ve de yaklaşan ağır kışlarda kendisini bir kez daha hatırlanan kar boranlı fırtınalar ardından ortaya çıkan Tsuinami dalgaları gibi gelir sana ve bana çarpar, çarptıkça da senide, beni eritip bitiriverir
Anlat, anlat ki kimin yanlış, kimin doğru olduğunu bu toplumun hepsi, ama hepsinin bilmesini ister...
Ben bu isteğe yenilmek üzereyim...
Dayandıkça, düşündükçe sırtım, kalbim ve de beynim patlar ve ben bir insan olarak karşılayamam bu kadar ağır gelen dalgaları ve de baskıları...
Benden bu kadar...
Kim ne derse desin diyerek mi?
Bitmek mi, toplum nezdinde tükenmek mi?..
Bilmem ama ben özel hayatımı, yaşadıklarımı ve en önemlisi son yıllarda çektiklerimi hazırlığında olduğum “Özel Hayat Anlatılır mı?” adlı kitabımda anlatmaya çok kararlıyım...
Çünkü çok zor durumdayım, bir o kadar da yorgunum, yapamıyorum artık yaşadıklarımı saklamakla...
Beni dinlemek ve de öğrenmek isteyenlerin, içinde bulunduğum psikolojiyi anlayacağına ve bir çoğunun yaşamları boyunca benim yaşadığımı yaşadığına inanarak, yaşadıklarımı yavaş, ama emin adımlarla ve bana çok acı veren bu ızdıraplarımı, bugünden sonra kıyısından, köşesinden de olsa artık anlatmaya başlayacağım şimdi yaptığım gibi...
Benimle paylaşılacak bir şeyleriniz varsa lütfen ama lütfen bana ortak olup, yardımcı olun...
Ve sizde artık dökün içinizi, olacakların nereye varacağını düşünmeden...
Saklamayın, bitersiniz yoksa!
Çünkü saklasanız da, kaçsanız da, biliyorum, benim gibi sizde yıkık, viran olmuş birer kalesiniz...
Evet, bir gün sizin de yazacağını düşündüğüm 'Özel Hayat Anlatılır mı? adlı kitabın ön girişi sanırım bu girişten farklı olmayacak gibi..