Ben doğmadan altı yıl önce göç etmiş ailem İstanbul’a… İnşaat ustası babam ve amcalarım Ardahan’dan İstanbul’a uzunca bir yolculuk yapmışlar ve hep birlikte dört odalı bir de bahçesi olan bir gecekondu satın almışlar.
Dedem, ninem, amcalarım, halalarım, yengelerim ve tam 21 çocuk bu güzel evde hep birlikte yaşadık. Dedem; ulu bir çınar, biz de dallarıydık. 
Çocuğun bol olduğu evde, büyüklerden çekinmek kaçınılmazdı. Büyükler için ayrı, çocuklar için ayrı sofra kurulurdu. Dedemizden çok çekinir, bir yumurta bile isteyemezdik. Ama eğlencemizden de vazgeçmezdik; Kim yumurta kapacak diye yarışır, sofranın altına saklardık. Daha sonra oyunumuz olan eğlencemiz, yıllarca devam etti.
Yumurta kapmayı oyun haline getirdiğimiz aklıma gelince, şimdiki çocukların ne kadar şanslı olduklarını görüyorum. Bizler çamurdan bebek, tencere yapardık. Bez bebeklerimize ipten saç yapar, kırık kiremitlerin tozlarına su ekler, kına yakardık. En mutlu eden oyunumuz bu kiremit kınasıydı…
Biz oyun oynarken evin düzenini de ninem yapardı. Gelinlerini yönetir, evde iş bölümünü yapar, kimin hangi işi yapacağına karar verirdi. Annemin işi ekmek yapmaktı. O yıllarda evlerimizde şehir şebeke suyu yoktu. Mahallemizdeki kuyudan annemler su taşırlardı.
Annem suyu taşırken, yengelerim mahallenin diğer kadınlarıyla ateş yakıp, koca kazanlarla su kaynatıp, önce çamaşırları, sonra da bizi yıkarlardı. 
Mahallemizde imece hakimdi. Yani hangi komşunun ne işi varsa, ortaklaşa yapılırdı. Ekmek birlikte pişirilir, su ortaklaşa taşınırdı. Hele sonbahar gelince tonlarca kömür ve odun elbirliğiyle kömürlüklere güzelce yerleştirilirdi.
Babam, dışarıda çalışırdı. Amcam bakkalımıza bakardı. Öyle güzel dostluklar kurulmuştu ki ‘Mustafa Bakkal’ mahallemizin her şeyi olmuştu.  
Akşamlarımızın bir başka keyfi de akşam olduğunda ninemin bütün çocukları toplayıp, sobanın üzerinde pişirdiği ekmekleri vermesiydi. Ninemin ellerini mahalleli şifalı bulurdu. Öyle ki başı ağrıyan, kolu çıkan herkes soluğu bizim evde alırdı. 
Bu güzel günlerin yanında acı da yaşadık elbette… Çok sevdiğimiz abimizi kaybettik… İlk kez dedemin, babamın, amcalarımın ağladığını gördüm. Zamanla birbirimize daha da sarılarak o kötü günleri geride bıraktık. Zaten zaman değil miydi her şeyin ilacı olan? Bize de ilaç olmuştu.
Şimdi öyle çok özlüyorum ki o günleri… Çünkü sanayileştikçe aile bağlarımız da değişiyor. İnsanları yoğun çalışma, trafik ve geçim sıkıntısı sarıyor ve sevdiklerimize eskisi gibi sarılamıyoruz. Ama ne olursa olsun sevmekten vazgeçmeyelim. 
Çünkü 21 çocuk olarak bir arada büyüyen bizler, şimdi tam 83 torunlu koca çınarın yapraklarını açtırmaya sadece sevgiyle devam ediyoruz. Çünkü bir tek sevgi her şeye iyi gelir ve her şeyi iyileştirir…