AĞUSTOS BÖCEĞİ

Tarımda reform diye diye geldik bugünlere. Ukrayna-Rusya Savaşı ile birlikte Ayçiçek yağı geçtiğimiz haftanın Siha-İha’larından daha çok konuşuldu.
Oysa bizim şunun şurasında daha üç, beş yıl öncesine kadar özellikle Batı Trakya Bölgemizde yer gök ayçiçeği tarlalarıyla doluydu. İpsala sınırına doğru Edirne, Tekirdağ, Silivri yol boyu ayçiçek tarlaları içinde fotoğraf çektirip sosyal medyalarında paylaşmayan neredeyse yoktur. 
Ayçiçek tarlalarının yerine önce kanola yağı üretelim diyerek kanolaya teşvik çıkartıldı sonrasında sessizce kanola da çıkıp gitti hayatımızdan. 
Mutfağımızın ve beslenmemizin temel taşı olan ayçiçek yağı ve buğday için Ukrayna en büyük tedarikçimiz oldu, olduruldu. 

Basit bir fabrika, bir işletmenin dahi olmazsa olmazı, politikası, fizibilitesi, yatırım planlaması, ürün ağacı, hedefi, büyüme planı, kriz yönetim planı, sürdürülebilirlik politikaları, yatırımları, pozisyonları vardır. Tüm bunlar ne için yapılır? Tabi ki yaşamak, nefes almak, ölmemek, sürünmemek için ve en önemlisi de ikinci kuşak, üçüncü kuşak derken yüzyıllar boyu ayakta kalmak için. 
Basit bir işletme bile bunları yapıyorken koskoca bir bakanlığın sorumlu olduğu alanlarda tıpkı bir Ağustos Böceği misali anı yaşama lüksü var mıdır? 
Tarım Bakanlığı’nın yarın bir savaş çıkarsa kendi kendimize yetebilecek bir düzenimiz var mı, böyle bir düzen kurmak için ivedilikle hangi adımları atmalıyız kaygısına ne oldu ya da olduruldu?
Bugün Cumhurbaşkanımızdan affını istedi ve affedildi. Peki sadece Nisan ayı ortasına kadar kalan stoğumuzla Nisan sonrası hemen hemen her evde yaşanacak mutfağımızın neredeyse mihenk taşı ayçiçek yağı ve savaş dolayısıyla kapıları kapandığı için en temel besin kaynağımız un yokluğu sebebiyle affedilmeyi hepimizden istemesi gerekmez mi? 
Yine görevde olduğu son beş yılda kayıtlı istatistiklere göre sigortalı her 4 çiftçiden biri sigortadan ayrılmış yani çiftçiliği bırakmış. Artan maliyetler de bunda etkili ama tabi ki faturanın büyüğü yanlış ya da yapılmayan tarım politikaları değil mi?
Bugünden geleceği planlamak için o koltuklarda oturuyorsunuz. Ama ne daha önce oturanlar ne de koltuğunu yeni terk eden bakanımız bunun farkında olmadı ya da olmak istemedi.  
Sona geldik. Kıtlık kapıda ve artık burdan çıkış yok.
Daha ilkokulda hepimize anlatılan hikayenin birer kahramanıyız şimdi. Karınca olup çalışıp geleceğe yatırım yapmadık. Bizler ağustos böceği olmayı seven devlet insanlarının anlayışıyla sona geldik. 
Yine olmazsa olmazımız artan enerji maliyetleriyle de bir ağustos böcekliği örneğini enerji ve tabi kaynaklar bakanlığımızda da görüyoruz. Isı verimliliğini arttırmak için 1999 deprem gerçeğini yaşamış bir millet olarak eski binaları mantolama adı altında ambalajlayıp paketledik. Bir de ödeme kolaylığı sağlasın diye sıfır faizle devlet bankalarından uzun vadeli krediler çıkardık. Tüm binaları devlet zoruyla daha verimli ısınmak gayesiyle bina yaşına bakmaksızın mantoladık. Ardından kentsel dönüşüm kanunu ile tüm ambalajladığımız binaları devlet eliyle yıktık. 
Bir adım sonrasını düşünmeden mantolama firmalarını millet birliği ile zengin etmiş olduk. Oysa önce kentsel dönüşüm ile üstelik bu dönüşümü yerinde değil çarpık şehirleşmemizin de önüne geçerek bölgesel olarak yapıp bir de hepsine gerçekten uygulanabilir otopark zorunluluğu ile birlikte çatılarına güneş panelleri zorunluluğu da getirebilseydik, devlet bankalarıyla ödeme kolaylığını güneş panellerinin kurulumu için verebilseydik, aynı şekilde rüzgar panelleri, boğazımızın dalga enerji üretimi, devlet arazilerinde güneş panel tarlaları ile çiftçimizi de destekleyerek kendi enerjisinin bir kısmını kendi üretecek bir düzen teşviki sağlayabilseydik bugün yenilenebilir enerjilerle yarının karanlığına mahkum olmaktan kendimizi bir nebze olsun kurtarabilirdik. 

Şimdi bana daha orman yangınlarına…