Zaman zaman dünyanın, insanların gündemine göz göre göre sokulan bir insan kırımının adıdır savaş.
Nedenleri farklı olsa da her savaşın temelinde; var olan zenginlikleri, varlıkları paylaşma iddası vardır. İnsanlık hem 1nci Dünya Savaşında hem de 2nci Dünya Savaşında bu gerçeği gördü yaşadı.
Bu paylaşım kavgalarında ve sonrasında bu olayların baş aktörleri dillerinden hiç düşürmedikleri Barış sözcüklerinin, naralarının ardına sığındılar. Benjamin Franklin'in dediği gibi "İyi bir savaş veya kötü bir barış hiç olmamıştır".
Herkes bilir ki "Savaş herkesle yapılır, barış ise ancak onurlu insanlarla yapılır".
Bir türlü aklım ermemiştir. İnsanlar veya onlara yön veren liderler neden güzellikler dururken haklılıklarını anlatmak varken zorbalıklarla, güç kullanarak bir şeyleri karşı tarafa zorla dikte etmeye çalışırlar? Herkes bilir ki savaşlar kimin haklı olduğunu değil kimin güçsüz olduğunun sonucunu öğretirler. Bunun bedelini de hep anneler, çocuklar ve babalar kanlarıyla canlarıyla öderler.
Bu arada Aliya İzzet Begoviç'in çok haklı ve yerinde bir tespitini de paylaşmak isterim. "Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir".
Yaşadığımız coğrafyada hiç durmadan çalınan savaş tamtamlarından kişisel olarak hiç kimse memmuniyet duyamaz. Ama ülke olarak bu girdabın içine asla sürüklenmemeliyiz.
"Bir ulusun asker ordusu ne kadar güçlü olursa olsun, kazandığı zafer ne kadar yüce olursa olsun, bir ulus ilim ordusuna sahip değilse, savaş meydanlarında kazanılmış zaferlerin sonu olacaktır. Bu nedenle bir an önce büyük, mükemmel bir ilim ordusuna sahip olma zorunluluğu vardır." Mustafa Kemal Atatürk
Hiç bir şey savaşı ve sonuçlarını haklı çıkaramaz. Savaşın mirası kan ve gözyaşıdır. Ve ülkesini savunmak dışında hiç bir gerekçeyle savunulamaz. Bunun dışında savaşın bir cinayet olduğunu söyler Ata'mız.
Savaşın yerine barışı, nefretin yerine sevgiyi, kavganın yerine uzlaşıyı koyabildiğimizde daha yaşanılır hale gelir dünya.
Böylesi bir dünyanın özlemiyle...