Ekolojik denge kavramını özellikle de son yıllarda günlük yaşantımızda sıklıkla duyar olduk. Tüm canlı türlerinin hem hayatta kalmasını hem de çevreyle uyumlu olmasını sağlayan bir sistemin adıdır ekolojik denge. Bu sistemde insanlar, hayvanlar ve bitkiler sürekli etkileşim halindedir. Ekolojik dengenin bozulması; hava, su ve toprak gibi kaynakların kirletilip tüketilmesi, doğal dengenin ve sabit değerlerin kötüye gitmesi, yaban hayatının yok olması sonucunu doğurmaktadır.
Kişisel görüşüm odur ki doğadaki bu dengesizliğin en büyük sorumlusu bitip tükenmek bilmeyen insan hırsıdır. Kullandığımız her türlü kaynağın sınırlı olduğunu unutan insan, kaynak kullanımını sınırsızlıkla taçlandırıp zevki sefaya esir oldukça bu dengesizlikler çok daha kötü sonuçları görmeye sürükleyecek insanlığı. Genelde tüm dünyanın özelde de güzel ülkemizin bu karanlığa sürüklenmemesi için her birimize düşen sorumluluklar vardır.
Öncelikle sahip olduğumuz kaynakları sınırlandırmalıyız. Onların hoyratça kullanımı hem tüm doğayı hem de geleceğimizi karartmaya sürükler bizi. Tek kullanımlılık kavramını bir kenara atmalı ve kullanımda tasarrufu hiç unutmamalıyız.
Bozulan eklojik denge toprak, hava ve gürültü kirliliği, doğanın tahrip edilmesi ve çarpık kentleşme gibi insanlığın çevreye verdiği diğer zararların hızla artması da canlı türlerinin nesli açısından ciddi riskler ortaya çıkarıyor. Son günlerde televizyonlarda içimizi acıtan heyelanların, sel baskınlarının ve bilumum kirliliklerin, acıların sorumlusu da bizleriz. Sonuçta ekolojik dengenin bozulması felaketleri de beraberinde getiriyor.
Ekosistem bozulması su kaynaklarının da kurumasına neden olurken geleceğin dünyasında su savaşları söylemini de gözümüzün önüne seriyor her seferinde.
Son yıllarda hiç yaşanmamış doğa olaylarının ülkemizde sıklıkla görülmeye başlaması yaklaşan tehlikenin de uyurıcısı olmalıdır. Zaman ah vah etmek değil, doğadan aldıklarımızı doğaya geri verme zamanıdır diyor, herkesi üzerine sorumluluk almaya çağırıyorum.