Doğaya, insana, hayvana ve yaşama sıkıca bağlı bağlarımız üzerine yazılmış yüreğe ulaşan güzel bir kitap Kemik …
Tüm dünyanın yaşadığı salgın hastalığı sonrası yaşam alanını yeniden keşfeden yaşlı adamın hikâyesi. Hakkında onlarca şey söylenilen ve binlerce insanın ölümüne sebep olan hastalığa kendisi de yakalanmış ve zor da olsa hastalığı yenmiştir. Vücudunun toparlanması oldukça zaman almış olsa da artık yeniden gündelik hayatına kaldığı yerden devam edebiliyor. Şanslı ki şehrin keşmekeşinden uzakta ormanın sınırlarında yaşamaktadır. Orman ile ilişkisi gençliğinden her şeye yetişmesi gerektiği zamanlarda bir iki kere yürüyüş ile sınırlı kalmış. Zirveye hiçbir zaman çıkamadığından bahsediyor yaşlı adamımız.
Uzun yorucu hastalık sonrası ormana karşı yerleştirdiği sandalyesinde hiçbir şey yapmadan güneşin keyfini çıkarttığı bir akşamüzeri ormanda bir silüet görür. Gördüğü şey içler acısı bir deri bir kemik kalmış bir av köpeğidir. Önce onu kovmak geçse de aklından gözlerindeki çaresizliği yakalar. Ya yemek verecek ve o hayata tutunacaktır. Ya da açlık onu teslim alacak. Bütün bunları düşünerek hızla evine gider ve ona akşam yemeği için hazırladığı et yemeğinin yarısını bir kâseye koyar. Ormanın sınırına bırakır. Bir süre bekler ama beklediği hayvan geri gelmez. Hava kararınca evine döner ama artık onu huzursuz eden bir iç sıkıntısı vardır.
Yaşlı adamımız sabah ilk iş kâseyi kontrol ederek geçirir. Kâse boştur. Önce mutlu olur fakat ya yemesi gereken hayvan yememişse yemeği? Onu ormanda aramaya karar verir fakat orman onun için artık bambaşka bir anlama bürünür. Her zaman izlediği orman, bilinmezlerle dolu, gizemli ve devasa görünmektedir gözüne. Kendini savunmasız hissettiği bu dünyanın kenarına kâseyi bırakır ve orman misafirini bekler.
Beklerken bizleri de düşüncelerine davet eder. Hiçbir zaman bir hayvan ile bağ kurmadığını sadece yedi yaşındaki torununun ziyaretlerinden kendisi ile gelen köpeği bildiğini anlatır. O köpek için tek düşündüğü her geldiğinde çimenlerine devasa kakalar yapmasıdır. Torunu Lucilla ile yaşadığı süreci paylaşır ve bir isim bulması gerektiğini söyler torunu. Uzun bir düşünüşten sonra torunu ona “Kemik” adı ile seslenmesini söyler. Artık ormandan gelen misafirinin bir adı vardır Kemik.
Hikâyenin içinde köpeklerle ilk kurduğumuz bağa yönelik bir anlatıda mevcut. 30 bin yıllık geçmişimiz var evcil hayvanlar ile. Onların yaşam alanlarını daraltmakla kalmadık onları vahşi yaşamlarından kopartarak bizlerle yaşamalarını sağladık. Bundan dolayıdır ki sokak hayvanlarına karşı tüm insanlığın borcu vardır. Onlar nasıl ki atalarımızı korudular bizler de onları korumalıyız.
Dostluğun, paylaşımın, güven duygusunun gelişmesini oldukça naif bir şekilde irdeleyen bu hikâye ile okuma yazma bilen tüm çocukların tanışması dileğiyle. Hikâyeler biz onları öğrenmeden çok önce yazılmaya başlıyor. Hayatımız birçok hikâye ile kesişiyor ya da teğet geçiyor. Hızlıca akan zaman içinde yaşam alanlarımız, ailemiz ve doğa ile kurduğumuz bağlarımız daha da güçlenmesi dileğiyle.. Keyifli okumalar olsun..
Yazan: Michele Serra Çizen: Alessandro Sanna Yayınevi: İlk Genç Timaş