Bu yazımda sizlere, eldeki tarihî kayıtlardan VI. hatta V. yüzyılda bilindiğini anlaşılan satranç oyunu ile ilgili bir hikâyeyi anlatmak istiyorum. İsminin kökeni konusunda en yaygın rivayet, “dört unsur” demek olan Sanskritçe “catur anga: çaturanga” kelimesinden geldiğidir. Bu kelime Farsçaya çet-reng ve oradan Arapçaya şatranc şeklinde geçmiştir. Bu kabule göre dört unsur, kaleler, atlar, filler ve piyade askerlerdir.
Karar verici durumundaki şah ile yardımcısı vezir, ordudan sayılmaz. Hindistan’da ortaya çıkan bu oyunda kullanılan zar, zamanla ortadan kalkmış ve şans faktörü yerini, bugünün bilgisayarlarını bile dize getiren, insanın üstün niteliklerinin beslediği ustalığa bırakmıştır.
İsmi dâhil bu tarihî oyunla ilgili pek çok kelime Türkçe ve Avrupa dillerine, Arapça ve Farsçadan geçmiştir. Nitekim rakibin yenildiği son hamleyi gösteren “şah-mat” deyimi de Arapça “şâh mâte: kral öldü” ifadesinden gelir.
ANONİM BİR HİKÂYE
Şimdi 1500 yıl kadar geriye gidelim ve farklı kaynaklarda çok değişik versiyonları bulunan bir satranç hikâyesini kendi üslubumuzla aktaralım.
Rivayete göre Hindistan’da satranç oyununu geliştiren bilge kişi, bu ürününü zamanın sultanına arz eder. Kısıtlı bir sürede yapılan bu ilk sunum bile sultanı hayran bırakmaya yetmiştir. Sözü hiç uzatmadan ve sultanlara yakışır biçimde “Dile benden ne dilersen!” der.
Ancak bilge, gerçek savaşlarda olduğu gibi, bu oyundaki en önemsiz elemanın bile kazanma veya kaybetmede çok önemli bir paya sahip olabileceği gerçeğini, sultanın yeterince anladığında emin değildir. Sunumuna ikinci bir seansla devam etmeye karar verir.
“Sadece bir miktar buğday istiyorum sultanım!” der. “Size sunduğum bu oyunun oynandığı tahtanın birinci karesi için 1 buğday tanesi, ikinci karesi için, birinci için aldığımın 2 katı kadar yani 2 buğday tanesi, üçüncü karesi için öncekinin iki katı olan 4 buğday tanesi ve aynı şekilde diğer kareler için de yine, bir önceki kare için aldığımın 2 katı kadar buğday tanesi istiyorum.” diye devam ederek mütevazı isteğine açıklık getirir.
BÜTÜN İSTEDİĞİN BU MU?
Sultan, kendisi gibi yüce ve kudretli bir hükümdardan, hizmetine karşılık olarak isteye isteye üç beş buğday tanesi talep eden bilgenin bu isteğinden alınır. Bu alçakgönüllülükte, biraz da küstahlık bulunduğunu sezerek sinirlenir. “Hesaplayın ve hak ettiğinden bir tane bile fazla buğday vermeyin!” diye kestirip atar.
Sultanın, bilgeye haddini bildirme konusunda kendisinden daha hevesli olan adamları için işler, başlangıçta kolay gider. İlk kareler için sırayla 1, 2, 4, 8, 16, 32 ve 64 buğday tanesi hesaplanır. 10’uncu kareye gelindiğinde, verilecek toplam buğday sayısı sadece 1023’tür ve yaklaşık 50 gram ağırlığında bir avuç buğdaydır (bir buğday tanesi ortalama 50 miligramdır). Hesaplayıcılar işlerine, rahat tavırlarla devam ederler. 15’inci karede miktar 1,5 kiloyu geçer. 25’inci karede 1,5 ton aşılmıştır ama bu sonuç, sultanın adamlarında fazla bir heyecana sebep olmaz. Ancak 31’inci kareye gelindiğinde, bu işin şakasının olmadığını anlarlar. Çünkü vermeleri gereken buğday miktarı 107 ton olmuştur. Sırtlarından ter boşanmaya başlasa da hesaplamaya devam ederler. 49’uncu karede buğday miktarı 28 milyon tondur. O günkü Hindistan’ı bilmiyoruz ama bu miktar, dünyanın en büyük buğday üreticilerinden olan Türkiye’nin bir yıllık buğday üretiminin çok üstündedir (2023’te 22 milyon ton).
Artık sultanın adamlarında şafak atmış, dizlerinin bağı çözülmüştür. Çünkü 54’üncü karede ulaşılan toplam miktar, 900 milyon ton buğdaydır. Bu ise, bugün bile bütün dünyanın yıllık buğday üretiminin üzerinde bir miktardır (2022/2023 sezonunda 787 milyon ton). Hesaplayıcılar, “Madem başladık, sonuna kadar devam edelim.” derler. Satranç tahtasındaki 64’üncü kare de tamamlandığında, o günkü buğday üretimini bilmediğimiz için yine bugünkü rakamlarla konuşursak, bilgeye dünyanın 1172 yıllık buğday üretiminin tamamının verilmesi gerektiği ortaya çıkar.
Hikâyenin sonunu tam olarak bilemiyoruz. Ancak, hayal gücümüzü kullanarak şu seçeneklerin yaşanmış olabileceğini tahmin edebiliriz: Sultan, bilgenin kendi zekâsıyla alay ettiğini anlar ve cellâtlarına kafasını uçurması için emir verir veya verilen mesajı alır, memnun olur ve bilgeyi 1000 altın vererek ödüllendirir. Yahut da bilgenin aklına, zekâsına hayran kalır ve onu kendine başvezir yapar.