İlkeli Söz; Unutmayın! Aklını çalıştırmayanın üstüne pislik yağdırırım diyor, Yüce Yaradan.

Azra Akın’ın, 2002 yılında dünya güzeli seçildiği geceden yıllar sonra Cemil İpekçi ile yapılan söyleşiyi bugün de İlkeli Köşemde sizlere paylaşmak istiyorum. Bayrağımızın rengi ve simgelerinin anlamını aklıma ve ruhuma mıh gibi kazımış biri olarak siz de bu anıyı okuduktan sonra, neden paylaştığımı çok iyi anlayacaksınız. 

Cemil İpekçi anlatıyor; ‘Azra bana geldi, çok güzel bir kızdı. ‘Bana ne dikeceksiniz’ dedi. Ama o kadar saygılı düzgün bir kız ki anlatamam. Ben de ona ‘pazen dikeceğim sana’ dedim. Dünya güzeli seçildiği gece giydiği kostümdeki işlemeleri tek tek elimle yaptım. Elbisenin üzerinde plastikler var, onları tek tek kestim. Bir de çizme yaptım, kostümüyle aynı tarz. O gece 100 jüri vardı, 100’ü de çizmeye tam not vermiş. Elbise ile Azra çok bütünleşti. Ben Azra’nın elbisesini 3 haftada hazırladım. Beni dikişten çok kulağındaki takı oyaladı. Çünkü onu tek tek kestim, o zaman 1.5 liraya almıştım o plastikleri. Bu elbisenin maliyeti 12.5 lira kumaş desek, boncukları, plastikleri falan hepsi 20 lira tutmuştu. Bu kostüm "en iyi kostüm" ve "en iyi tasarım" ödülünü aldı. Azra da bana gıkını bile çıkarmadı. Çok önemli bir gece sonuçta. Ben o pazeni diktikçe Azra mutlu oldu ve hak ettiği birinciliği aldı. O kostüm Azra'da şu an, saklıyor. "Azra Akın'ın bu elbisesi Sümerbank basmasından dikilmişti. Azra Akın 2002 Dünya Güzeli seçildi. Ayrıca Londra'da yapılan yarışmada, Azra Akın'ın final gecesinde giydiği, Cemil İpekçi'nin diktiği Anadolu kültürünü yansıtan kırmızı basma elbise, “En İyi Giysi”seçildi. İngilizler üzeri çiçekli basmaya hayran kaldı. Ve fakat bilmiyorlardı ki: Türkiye'nin güzide kamu kuruluşlarından, 66 yıl ürettiği rengarenk basmalarla ülkeyi baştan başa süsleyen Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası‘nın kapısına kilit vurulalı henüz 24 gün olmuştu.’ Değerlerimiz ve değer olarak gözlerimizin önünden kayıp gidenler. Rahmetli babam da anlatırdı; ‘Deniz Nakliyat’ta keresteleri yurtdışına gönderiyorduk, işlenmiş olarak 10 katı fiyatına bize satılıyordu’ diye. Sorardı, sorgulardı kendi kendine; ‘biz işleyip de direkt kendimiz ürettiğimiz ürünlerimizi dünyaya satsak, olmuyor muydu? Neden kazancımızı yurtdışına kaptırıyoruz, neden kaymak yemek yerine, sütü içmekle yetiniyoruz diye?’ Makus talihimizi değiştirmediğimiz sürece maalesef kendi kendimize yetemediğimiz, aklımızı çalıştırmayıp değerlendirimize sahip çıkmadığımız sürece hayıflanmaya, birbirimizi suçlamaya devam edeceğiz. Zenginliğimiz içimizde, milli değerlerimizde saklı, uzakta aramaya ne hacet!