İlkeli Söz; Bizler birer hiç’iz bu dünyada. Aciz kullar olarak tam tevekkül ile Allah’ın birer parçalarıyız.
İlkeli Köşemde bugün de kıssadan hisse bir hikayeyi sizlerle paylaşmak istedim. Gelin keyifle okuyalım. Ama okurken de düşünmeyi, payımıza düşeni almayı unutmayalım.
‘Bütün bir köy halkı yaka silkiyordu adamdan
“Ölse de bir kurtulsak” diyorlardı. Bir karısı vardı adamın, bir de kendisi.
Hiç çocukları olmamıştı.
Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına memnundu. Kadın ise adamın haline üzülse de ses çıkaramazdı. Otuz yıldır evliydiler. Döverdi, kızardı, her gün biriyle kavga ederdi.
Ama kocasıydı işte, evinin erkeği idi. Adam iyice yaşlanmıştı artık.
Öksürük nöbetleri uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyor, titreyen elleriyle sigarayı zor sarıyordu. İyice zayıflamış, zaten kısacık olan boyuyla bir çocuk gibi kalmıştı. Kadıncağız ellerini açıp dualar ediyor, ‘Ahir ömründe olsun şu adamın hali biraz düzelsin’ diye yalvarıyordu Allah’a.
Adam bir sabah evden çıktı. Fakat ertesi sabah oldu dönmedi. Tan yeri ağarırken kadın aramaya çıktı kocasını.
Kim bilir nerede sızıp kalmıştı!
Köyün üst tarafındaki çeşmenin başına gitti önce, orada içerdi adam, bulamadı. Yakındaki tarlaları aradı. Köyün dört bir yanına baktı, yoktu. “Eve gelmiştir belki” diyerek koşarak geri geldi. Hayır, dönmemişti. Güneş inmek üzereydi. Acele bir abdest aldı, namaza durdu.
Duası bitmek üzereydi ki, kapının çaldığını duydu. Öksürüyor, eliyle göğsünü işaret ediyordu.
Kadın koluna girdi kocasının, güç bela sedire kadar taşıdı.
Uzandı adam. Karısının yüzüne baktı. Ağlıyordu. Doğrulmak ister gibi yaptı, ‘Hakkını helal et’ diyecekti. Lafının sonunu getiremedi, başı yastığa düştü.
Ölmüştü.
Kadıncağız, kocasının başında epeyce bir ağlayıp feryat etti. Biraz kendine gelince gözlerini sildi, yemenisini bağladı.
Kalktı, imamın evine gitti.
Hocam… diyebildi hıçkırarak… Bizimki…
Söyleyemiyordu, ama imam efendi durumu anlamıştı.
Kadının yüzüne baktı,
“Köylü ne der” diye düşündü, bocaladı. O mendebur, bir kez bile caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam onun cenazesini” diyerek kapattı kapıyı. Kahroldu kadın.
“Nereye gitsem, ne yapsam” diye düşündü. Kimseleri yoktu ki. Çaresiz, eve döndü. Yıkadı kocasını, sandıktan çıkardığı beyaz bir çarşafa sardı, Omzuna aldı, mezarlığın yolunu tuttu. Caminin köşesinden dönerken, muhtar ve köylülerin
Kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. Bir kez daha düğümlendi boğazı. Cenazesi omzundan kayarken dizlerinin üstüne çöktü, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı. Hışımla yaklaştı muhtar:
‘Onu nereye götürüyorsun?’ dedi.
‘Mezarlığa gömeyim deme sakın! Sağlığında biz çektik,
Bir de ölülerimiz çekmesin o herifin elinden!’
Kadın gözlerini çarşafın üstüne dikmiş, öylece duruyordu. Birden bağırmaya başladı, delirmiş gibiydi sanki. Kalabalık yanından korkuyla uzaklaşırken, cenazesini tekrar yüklendi. Köyün dışına doğru yürümeye başladı. Kan ter içinde kalmıştı kadın. Artık adım atacak hâli yoktu.
Kendi kendine: ‘Şuracığa gömeyim adamımı, kimseler rahatsız olmaz burada’ dedi. Tam o anda bir ayak sesi duyuldu, irkildi. Bir çobandı gelen. Kadıncağız her şeyi olduğu gibi anlattı. Üzüldü çoban, gözleri doldu. ‘Dert etme, dedi. Ben yardım ederim sana.’
Bir çukur kazıp, cenazeyi gömdüler. Çoban başucunda durdu mezarın, ellerini açtı, dua etti. Birkaç çiçek buldu kadın, toprağın üstüne serpti. Çobana dualar ederek döndü evine.
Yorulmuştu. Camın kenarına oturup, uzaklara daldı. Uyuyup kalmıştı oracıkta.
Ertesi sabah imamın kapısını çaldı telaşla. Muhtarın kapısına bir yandan tekmeyi vuruyor, bir yandan da; ‘İmam efendi, imam efendi diye bağırıyordu.’ İmam korkuyla açtı kapıyı. ‘Bir rüya gördüm’ dedi muhtar. Hocam, o serseri, berduş adam cennetteydi. Bana gülüyor ‘Sana bile hakkım helal olsun’ diyordu. Rüyayı duyan imamın benzi attı. Kendisi de hemen hemen aynı rüyayı görmüştü. Gel hele içeri gel, demeye kalmadı, köyün delisini gördüler. Koşarak geliyor, bir yandan da bağırıyordu. ‘Demedim mi ben, demedim mi size, rüyamda gördüm, rüyamda.
Birkaç köylü daha benzer rüyalar gördüğünü söyleyince karar verdiler. Özür dileyecek, kendilerini affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi.
Bir şeyler olmuştu ama ne?
Adamın evine vardıklarında kapıyı açan kadın şaşkındı.
Kapıyı yüzlerine kapatacak oldu, yapamadı. Gelenler olup biteni anlatıp özür diledi, Cenazeyi nereye defnettiğini, neler olduğunu sordular.
Kadıncağız her şeyi anlattı.
Can kulağı ile dinlediler ve Çobanı bulmaya karar verdiler. Bir yandan yürüyor, Bir yandan aralarında konuşuyorlardı: ‘Bu çoban bir evliyaydı her halde, belki de hızırdı, aslında ölen adam da o kadar kötü bir adam değildi.’ Tarif edilen yere geldiklerinde, çoban koyunlarını otlatıyordu. Gelenleri görünce ayağa kalktı, ‘Hayırdır inşallah’ dedi. Oturdular. Onlara süt ikram etti, konuşmaya başladılar.
Çoban söylenenlerden hiç bir şey anlamamıştı. Cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı. ‘Ben bir garip kulum’ dedi. ‘Cenazeyi defnettik, başucunda durup bir dua ettim sadece, hepsi bu’
Merakla nasıl bir dua ettiğini sordular?
Çoban da söyledi: ‘Allahım, Ben dağda koyunlarımı otlatırken, kulların gelirler yanıma, selam verirler. ‘Senin selamınla gelen, Senin misafirindir’ der, ağırlarım. Süt ikram eder, azığımı paylaşırım. Şimdi de, Ben sana bir misafir yolluyorum, onu da sen ağırla.’ dedim.
Her isteyen bu hikayeden kendine bir pay çıkarırsa kör olan vicdanlar belki biraz yumuşar. Allah’tan geldik, Allah’a emanetini teslim edeceğiz. Hepimiz Allah’ın birer parçasıyız. Kimin yerinin neresi olduğunu da ancak Allah bilir. Bizler birer hiç’iz bu dünyada. Aciz kullar olarak tam tevekkül ile Allah’ın birer parçaları olarak her can’a, her canlıya saygı duymalıyız. İlkeli Köşe’nin sahibi olarak benim çıkarımlarım bunlar. Şimdi sıra sizde!.