İlkeli Söz; Bazen duyguları ifade etmek için kelimeler bile kifayetsiz kalır.

Atatürk’ün dilimizin gelişmesi konusunda neler yaptığını, attığı büyük adımları, dilimizin geleceğini nasıl dizayn ettiğini de bir önceki yazımda aktarmıştım. Bugünkü yazımda da dilimizin tedavi reçetesinde neler yazılmış ona göz atalım.

‘Mustafa Kemal Atatürk yerli ve yabancı bilim adamlarının ilgisini dil hususuna çekmek için, bilimsel etkinlikler düzenledi. 26 Eylül 1932’de Birinci Dil Kurultayı’nı topladı; Türk dil ve tarih araştırmalarına uluslararası boyut kazandırdı. Osmanlı tarihçilerine göre; Türkler İslamiyet öncesinde göçebeydiler, bilim ve edebiyata uygun bir dilleri yoktu, Türkçe Arapça ve Farsça’nın egemenliği altına girmeden yaşayamazdı. Türkler, “uygarlık bakımından tarihsiz, bilim ve edebiyat bakımından dilsizdi.


Devlet politikasına dönüştürülen ortak söylem böyleydi. Atatürk, kişisel araştırmalarla başlayıp bilimsel ve toplumsal bir devrim niteliği kazanan Türk dil ve tarih çalışmalarına, her zaman büyük önem verdi. Dilin incelenmesi, kaçınılmaz olarak tarihin de incelenmesini gerekli kılıyordu. “Dil bir çıkmaza saplanmış, çıkmazda bırakmaya çalışıyorlardı. Harf değişimi, 1 Kasım 1928’de yasalaştıktan sonra, Alfabe Komisyonu’nu dağıtmadı ve abece (alfabe) konusunda olduğu kadar, dil konusunda da yetkinleşen bu kuruluşu, Dil Komisyonu’na dönüştürdü. Celâl Sahir, Ahmet Rasim ve İbrahim Necmi, bir yazım sözlüğü (imla lûgatı) hazırladı. Larousse sözlüğünün sözcüklerini, Türkçeyle karşılayan çeviri çalışması yapıldı. Bu çalışma, varsıl sanılan Osmanlıcanın gerçekte ne denli yoksul olduğunu ortaya çıkardı. Tarih öğrenildikçe, Türkçe’nin önemi daha çok öne çıktı ve kaynağı Orta Asya olan öz Türkçe’ye ilgi ve yöneliş arttı. 
Eski Türk dilinin söz dizimine dönmek için, Türkçe kök sözcükler arayan gezginci derleme ekipleri oluşturuldu. Bu amaçla köylere, kasabalara gidildi. Şiveler, deyimler, atasözleri ve söylenceler derlendi. Eski koşuklar toplandı.
Çalışmalar ilerledikçe, çok parlak sonuçlara ulaşıldı. Türk halkı, dilini Orta Asya'dan getirdiği biçimiyle korumuş, zenginleştirerek geliştirmişti. Batılı bilim adamlarının, 19.Yüzyılda Türk dili ve tarihi konusunda yaptığı araştırmalar da aynı sonucu veriyor, konuyla ilgilenen bilim adamları, Türkçeye karşı, tutkulu bir hayranlık içine giriyordu. Ünlü Alman Dilbilimcisi Friedrich Maks Müller, “Türk dilini incelerken, insan zekasının dilde başardığı büyük mucizeyi görürüz. Hiçbir dilin anlatamadığı ya da ancak birçok sözcükle anlatmaya çalıştığı anlam inceliklerini, Türk dili tek bir sözcükle anlatabilir” derken; Fransız Jean Deny, “Orta Asya’nın doğal ortamından böyle bir dil nasıl çıkabilir. Türk dilini, biz ünlü bilginlerden oluşmuş bir kurulun ortak çalışma ürünü olarak görmek gerekir. Ancak, böyle bir kurul bile, bu dili yaratan insan aklının yerini tutamaz” der. Herold Armstrong’a göre “Türkçe, Arapçanın sertliğini kıran, Acemcenin tatlılığını taşıyan, açık ve net anlatımlı bir dildir”.  Khail Ganem’e göre ise Türkçe; “sesli harflerin sessizleri bir yıldız kümesi gibi sarıp yumuşattığı; ses uyumu mükemmel, sade, tatlı, canlı ve atik” bir dildir. 
26 Eylül-5 Ekim 1932 arasında Dolmabahçe Sarayı’nın büyük salonunda yapılan Kurultay’a; dil uzmanları, bilim adamları, yazar ve ozanlar, öğretmenler ve halk temsilcileri katıldı. Binden çok delege içinde, ülkenin değişik yerlerinden gelen “kadın-erkek köylüler ve yörükler de vardı”. 


Önemli kararlar alan Dil Kurultayı, iki yıl sonra toplanmak üzere dağıldı. “Türkçenin, Hint-Avrupa dilleriyle kıyaslanması, Türkçenin tarihsel gelişiminin araştırılması, tarihsel dilbilgisinin yazılması, Batı ve Doğu toplumlarında Türk dili üzerine yazılmış kitapların toplanıp çevrilmesi” kararlaştırıldı. Ayrıca; Türk lehçelerindeki sözcükler derlenecek, lehçeler ve terimler sözlüğü hazırlanacak, Türkçe biçimbilgisi (dilbilgisinin sözcüklerin yapısını inceleyen bölümü) ve söz dizini yazılacak, ekler araştırılacak, ek ve ilgeçlerin işlenmesine önem verilecek ve dil konusunda bir dergi çıkarılacak, gazetelerde dil çalışmalarına özel önem ve yer verilecekti. En uzak köy ve mezralara dek gidildi. Kamu örgütleri, okullar ve Halkevleri birer derleme merkezi gibi çalıştılar. Derlemeler, “önce ilçeye, orada elenerek ilde, ilde elenerek de Ankara’ya” gönderildi. Sekiz ay içinde, halk ağzından 125.988 Türkçe sözcük derlendi; bir yıl sonra bu sayı 129.792’ye çıktı. 20 Anadolu Türkçesine dayanan bu derlemeden ayrı olarak, Türk lehçelerinin tümüne ait sözcüklerden, tarih kitaplarından ve yüzlerce eski yazma metinlerden, çok sayıda Türkçe sözcük tarandı. Taramalar, “Türk dilinin zenginliğini ve derinliğini, yadsınamaz bir açıklıkla kanıtladı”. Atatürk’ün verdiği ehemmiyet ile çok kısa sürede yapılan teşhisler ışığında hazırlanan reçete sonucunda Türk dili, zengin ve derinliği olan bir dil haline getirildi.