Bazen bir film izlersiniz bu kadar da olmaz dediğiniz sahnelerle, karakterlerle karşılaşır, bu film de nereden çıktı diyip şaşkınlıkla izlersiniz. O an evrenin size bir mesajı vardır. Durun ve düşünün.
Filmlere konu olan, adlarına şiirler, şarkılar yazılan Leyla ile Mecnun
Helen ile Paris
Kerem ile Aslı
Ferhat ile Şirin
Tahir ile Zühre
Yusuf ile Züleyha
Arzu ile Kamber
Hepsinin ortak noktası nedir bilir misiniz?
Dikkat ettiyseniz hepsinin ortak noktası ‘kavuşamamış olmaları’dır.
Aşkın tarifi kimine göre sevgi, kimine göre heyecan, kimine göre yanıp tutuşmaktır. Aşk sonrasında yerini sevgiye bırakır der bir çok çift. Ama bilinen şu ki kavuşamayanların ortak noktasıdır, aşk!
Bizler maalesef iflah olmaz varlıklarız..
Her şey, elde edene kadar. Sonrası kıymet bilip ruhuyla seven, sevgisine zeval gelecek diye aklı çıkacak hassasiyeti göstermeye devam eden, kendindeki mutluluğu karşısındakinin mutluluğu olarak addedip yaşayan ve aynı ruhla sevgisine karşılık bulan insan yok denecek kadar az şu dünyada!
Filmlerde görürüz çoğu zaman. Karakterlerin yaşadığı duygu yoğunluğu fazla olur, inanılması güçtür filmlerde yaşanan, yaşatılan, izleyiciye hissi geçen aşklar. İnsanı izlerken bile sarhoş eder, özendirir. Ama imkansız olduğu için aşktır yaşadıkları. Kavuşamaları imkansız olduğu İçin böylesine aşık olmuşlardır birbirlerine. Kavuşamayanlardır işte aşkı yaşayanlar. Kavuşanlar belki de kaderi değiştirenlerdir. Ama dediğim gibi onların da çok azı bu duygu yoğunluğunun devamını sağlayıp karşılıklı aşkı, tutkuya, sevgiye, kaybetme korkusuna çevirmeyi başarırlar. Onlar şanslıdır. Bir de el ele, dip dibe uzun yılları birlikte devirme şansına sahip olanlar iki kere gelmiş sayılır şu dünyaya.
Her zaman söylerim, çoğu insan, çoğu çiftin bireyleri için; evdeki yemek, evdeki yemektir işte. Tatlı yemeye dışarı çıkıyor di mi insanlar. Bazıları da evde yapar yer tatlısını. Dışardan alanlar evinin kıymetini bilmeyenler, evinde tatlısını yapıp göz göze yiyenler ise evini hayatının odak noktası yapanlardır.
Sonuç olarak o imrenerek izlediğiniz filmlere aldanmayınız. Onlar insanoğlunun yaşamak yerine muhteşemi hissederek yaptığı kurgulardır. Yani öyle gerçek hayatta çok zor karşılaşırsınız aşka, aşk yaşayanlara. Geneli kavuşamayanların hikayesinin satırlarıdır!
Aşk öyle yaşanınca değil, yaşayamayınca hissedilen duyguların yoğunluğundur.
Yaşananı milli piyangonun çıkması gibi bir şeydir.
Kısaca; Aşk filmlerde yaşanır, bizler gıptayla izleriz.
İlkeli söz; Tolstoy’un sözünü yazıma ithafen konuk ediyorum bu hafta ilkeli sözüme; "Çok sevdiğin fakat geri döndüremeyeceğin insanlar, her hatırladığında seni tekrar tekrar terk eder..."