İnsanlık tarihinin başlangıcı olarak geçtiğimiz yıllarda ortaya çıkan Mezopotamya toprakları içinde kalan mistik şehirler gibi ülkemizin neredeyse hemen hemen her karışında yaşanmışlıklar, yüzyıllar boyu süre gelen varoluşlar mevcut.

Topraklarımızın dört bir yanı adeta tarihe ev sahipliği yapıyor. Önceki yazımda Şanlıurfa’nın Göbeklitepesi ve Diyarbakır’ın Gre Fılla Höyüğü’nden bahsetmiştim.

Yolunuz düşerse mutlaka bu mistik toprakları ziyaret etmeyi ihmal etmeyiniz. Bugün de İlkeli Köşeme bu kez de Ege Bölgemizde yer alan bir mistik şehiri konuk etmek istedim.

Denizli’de 8 milyon yıllık hayvan fosili bulundu. Gözler bu kez de Denizli’ye çevrildi. Denizli’de de geçmişi 6 bin yıl öncesine dayanan Tripolis Antik Kenti olduğunu biliyor musunuz?

Kent, Lidya döneminde kuruldu. Kaynaklarda Tripolis’in ilk adının Apollonia olduğu daha sonra kentin "Geç Helenistik Dönem"de Tripolis olarak adlandırıldığı biliniyor.

Frigya ve Karya bölgelerine ulaşımı sağlayan önemli sınırı, ticaret ve tarım merkezlerinden biri görünümündeyken Tripolis Antik Kenti, M.Ö. II. yy sonları ile M.S. I. yy. ortalarında ve IV. yy. ortalarında birçok deprem ve savaşlara sahne olduğundan çok tahrip olmuş. En görkemli dönemi Roma İmparatorluğu zamanında yaşandı.

Denizli ilimiz sınırları içinde olan Tripolis Antik Kenti’nde birçok eser ortaya çıkarıldı. 

Tripolis Antik Kenti’nin önemli yapıları arasında; 8 bin kişi kapasiteli tiyatrosu, Roma geleneğinde inşa edilen hamamı, şehir binası ile tiyatro arasındaki Apsisli Yapı, kenti çevreleyen surları, Su yolları ve Nekropol sayabiliriz. Yolu sevgiden ve Ege’den geçen herkes için gezi listenize mutlaka buram buram tarih kokan Tripolis Antik Kenti’ni eklemeyi ihmal etmeyiniz.

Tripolis’te bulunan tiyatro, Tripolis hamamı, Tripolis şehir binası, kale ve surlar, nekropol kalıntıları sizleri tarihte mistik rüzgarlar estirerek muhteşem bir yolculuğa çıkaracak.

İlkeli Söz; Aşkımızın tarifi;‘Bahçemiz sana benzesin! 

Güller, lavantalar, akşam sefası, begonviller. 

Şubat’ta çiğdemimiz, Mart’ta nergisimiz, Nisan’da arap yaseminimizle sarhoş olalım,  kirazımız merhaba desin, Japonları kıskandırsın. 

Mayıs’ta erguvanımız süslensin, tüm zerafeti ile; Haziran’da kıpkırmızı güllerin en güzelini koklayalım,  Temmuz’da ıhlamurumuzun mis gibi kokusuyla naneli limonata içelim, Ağustos’ta  genç bir kızın çeyizinden çıkma pembe oya ağacı gülümsetsin bizi. 

Eylül’de, kızaran akçaağacımız, Ekim’de şamdan çiçeği, Kasım’da elbette kasımpatımız. 

Aralık’ta mavi ladinlerimizi yeni yılımıza süsleyeceğiz.  

Yaptığımız yemekler sen kokacak. Yemeğe doyamayacağız.  

Ceketimin cebinde hep şiirler olacak. Her akşam öpüp, usulca koyacağım avucuna.’