İlkeli Söz; Unutmayın, unutturmayın, unutursanız, unutulursunuz.

Galiba ben uzun bir süre normalleşemeyeceğim. Depremin artık saymaya yetemeyeceğimiz bilmem kaçıncı günündeyiz. Hatay Defne'deki deprem koordinasyon merkezinde 8 gün deprem gönüllüsü olarak kalıp İstanbul'a dönüşüyle bir dostumun ağzından sizlere oradaki izlenimlerini aktarıyorum. 

‘Büyük depremlerin üzerinden henüz 2-3 hafta geçti ve bölgedeki mücadele daha uzun süre devam edecek. Dolayısıyla dilim döndüğünce deprem bölgesinde olan biteni size aktarmak istiyorum çünkü bunu bir görev olarak görüyorum. 15 Şubat gece yarısı bir otobüs gönüllü ile Defne'ye indik. Nemli, insanın içini titreten bir soğukta vardık ilçeye. Ya orada bulunan ya da kendi getirdiğimiz, neredeyse tamamı yazlık koşullar için üretilmiş çadırlarımıza yerleştik. Uzun yoldan geldiğimiz için bir kaç saat uyumak istedik, fakat anladık ki en az -10 dereceye göre hazırlanmış uyku tulumunuz yoksa o soğukta uyumanız mümkün değil. 2 kazak, yelek, kaban, bere, eldiven ve 2 battaniyeye rağmen titreyerek kalktım. Ayrıca nemli hava çiğ damlası yaratıyordu ve o damlalar yazlık çadırlarımızdan içeri damlıyordu. O gece hiç uyumadım; kimse uyuyamadı. Sonraki gün ise yoğun işin gücün arasında 1-2 saat vakit bulduğumuzda hava daha ılık olduğu için çadırda bayılır gibi uyumaya çalıştık. Şimdi eğer içinizden "orada 8 gün yaşadın, azcık uykusuz kaldın, parmağın uf oldu da bunu mu anlatacaksın" diye düşünüyorsanız hemen söyleyeyim, tam da bu yüzden yazıyorum bunları. 40 yaşında erişkin bir insan 8 günde neler yaşayabiliyor görün ve orada daha uzun süre yaşayacak insanların, özellikle de çocukların, yaşlıların, engellilerin, kadınların nelerle karşı karşıya kaldığını ve kalacağını görün diye yazıyorum. Ajitasyon yapmaya çalışmıyorum; gündelik gerçekliğin ne olduğunu gözünüzde canlandırabilesiniz diye yazıyorum. Daha üçüncü günümde boğaz enfeksiyonu yüzünden revirde serum yedim. Bu satırları yazdığım anda da üst solunum yolları enfeksiyonu yaşıyorum. Elektrik bir gidip bir geldiği ve diğer ısıtıcı türleri çok sınırlı olduğu için herkes odun-kömür yakıyor ve solunan hava çok kirli. Tahmin edeceğiniz üzere tuvaletler çok sınırlı. Bizim bulunduğumuz bölgede Adana ve Kocaeli Belediyelerinin kurduğu mobil tuvaletlere günde binlerce insan gelip ihtiyacını gideriyordu. İtfaiyeciler her gün temizlese de hijyen hep büyük bir sorundu. Duş almak çok büyük bir lüks. Kampın yanında Adanalı itfaiyeci abilerin kurduğu iki kabinli duşta bir kez su dökünme şansım oldu. Ancak Defne halkının o şansı da yok. En iyi ihtimalle eğer yeterince su bulabilmişlerse sobalarda ısıtıp hızlıca vücutlarını yıkamaya çalışıyorlar. Ama çoğunlukla yardımlarla gelen ıslak mendilleri kullanıyorlar. Dolayısıyla hijyen malzemeleri dün de bugün de yarın da çok önemli bir ihtiyaç. Temiz su ise ondan da büyük ihtiyaç. Şebeke suyu kaynatmadan kullanılamıyor. Diş fırçalamak için bile pet şişe kullanılıyor. Biz gönüllülerin gündelikte yaptığı işler çok çeşitliydi. Sabah kamp alanındaki çöpleri toplamakla başlardık. Sonra gelen yadım tırlarındaki kolileri indirip depoya kaldırıyorduk. Ardından o kolilerdeki ürünleri tasnif edip, yardım ürünlerini belirli bir düzen içerisinde depremzedelere dağıtmaya çalışıyorduk. Dağıtımları duruma göre bazen kamp alanından yaparken bazen de kampta isimlerini ve adreslerini yazdıranlara, bulabildiğimiz araçlarla kapı kapı dağıtıyorduk. Yani kaosun ortasında ufak da olsa bir düzen yaratmaya çalışıyorduk. Her yöntemin avantajları ve dezavantajları olduğunu bunları yaparken öğrendik. Gönüllüler arasında kimsenin afet koordinasyonu nasıl yapılır üzerine ihtisası yoktu; sonuç olarak deneme yanılma ile iş kotarmaya çalıştık. Depremzedeler elbette çok üzgün ve yorgunlar, dolayısıyla çok da öfkeliler. Öfkeleri bazen birbirlerine yönelirken bazen de bize dönebiliyordu. Bize kızdıklarında bile her kötü sözü yutup, ama bir yandan da neyi neden yaptığımızı açıklayarak, işimize devam ettik. İnanın o kadar çok insan "ben ondan aldım, başka ihtiyaç sahibine verin" diye bize yardımcı oldu ki. Belki iki gün sonra o ürün kendisinde de bitecek ama yine de başkalarını düşünüyordu. Devam etmemizi sağlayan şey ise "iyi ki varsınız çocuklar" diyen amcalar ve teyzelerdi. Gönüllülerin yaşadığı en zor şey ise insanlara "yok" demekti. 

-Soba var mı?

-Ablam bitti, gelsin diye bekliyoruz.

-Ama dün dağıtmışsınız, ben hiç almadım.

-Abla haklısın ama inan bitti, yine gelsin dağıtacağız.

-Çocuklar soğukta oturamıyor, hiç mi yok soba?

Evet herkes dişinden tırnağından arttırarak yardımlar gönderdi, göndermeye de devam ediyor. Fakat yetmiyor işte. Gönüllülük bir noktaya kadar iş görüyor. Felaketin boyutu o kadar büyüktü ki.Lütfen şimdi yardımları gönderip bir süre sonra normalleşme aşı altında o insanları unutmayın, yanlarında olmaya devam edin, edelim. Oraya gidemiyorsanız da devletimizin kanalları ile sorumlu olduğunuzu vicdanen derinden hissederek birbirinize durmadan hatırlatın. Lütfen hayal etmeye çalışın, eviniz yıkılmamış olsa bile ağır hasarlı ve gündelik hayatınızda yan odadan iki adım atıp aldığınız hiçbir eşya artık yok. Ayakkabı bulamayan terlikle geziyor; yerde bulduğu muşamba ile yağmurdan korunmaya çalışıyor. Dün belki patlayan bir ampül size dert olurken şimdi ufacık bir tüplü ısıtıcı peşinde koşuyorsunuz. Aklınıza gelebilecek her şey ama her şeyi bir yerlerden bulmak zorundasınız. Çadır çok ama çok kısıtlı. Olsa bile soğuktan korumuyor. Korusa bile sürdürülebilir değil. Dolayısıyla acil ihtiyaç çadır değil arkadaşlar; elektrik bağlantıları yapılmış, temiz suya erişimi olan konteynırlar gerekiyor. Çadırlar ufacık bir kıvılcımla yanabilir, fakat konteynır dayanıklıdır. Kalıcı konutlar yapılana kadar konteynırlarda yaşanabilir ama çadırda asla. Eğer devlet bu tür konteynırları üretebilecek memleketin her köşesindeki fabrika ve imalathanelere talimat verir, hammaddeye ulaşımı da kolaylaştırırsa inanın çok kısa sürede bunlar yapılabilir. Köy köy mahalle mahalle ulaştırılabilir. Daha çok şey yazabilirim ama gerek yok, burası bir günlük yazma yeri değil. Tek amacım dikkatinizi deprem bölgesinin yeni gerçekliğine çekmek. Lütfen çok ağır koşullarda hayatlarını sürdürmeye çalışan insanlar olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Bölgeden hüzünlü fotoğraflar, acılı hikayeler paylaşmaya lüzum yok. Toplum olmayı hatırlasak yeter. Bugün dayanıştığımız insanlar yarın bizim yardımımıza gözü kapalı koşacaklar. Sorumlulara sorumluluklarını hatırlatmaya devam edelim. Eğer mümkünse yardım yapmaya çalışalım. Onlar sizin duygudaşlığınızı ve dayanışmanızı dibine kadar hissediyorlar, hiç kuşkunuz olmasın. Odağımızı kaybetmeden, uzun soluklu bir mücadeleye kendimizi hazırlayalım.’