İlk filmini Cüneyt Arkın’la oynayan Deniz Akbulut, eski nişanlısının kendisini arabadan ittiğini, ancak usta oyuncudan aldığı eğitim sayesinde o gün ölümden döndüğünü söylüyor

Deniz Akbulut, bir zamanlar Yeşilçam’ın dillere destan güzelliğe sahip oyuncusuydu. 27 yıl önce erkek şiddetine maruz kalarak karanlığa gömüldü. Eşinin şiddeti sebebiyle beyninde görme sinirleri etkilenen Akbulut, küçük dünyasının kapılarını bizlere açtı. Buyurun sohbetimize…

  • Yeşilçam'ın en güzel kadınlarından biriydiniz. Sinema maceranız nasıl başladı?

Çok teşekkür ederim. Asla oyuncu olmak gibi bir düşüncem yoktu. Amacım, mimar, iç mimar olmaktı. Hasbel kader başladı. Benim annem tiyatrocuydu, Nejat Uygur'da oynuyordu. Ben o zaman 13 yaşımda ortaokula gidiyordum. Annem oynadığı oyunda bir hizmetçi rolü olduğunu söyledi ve kendimi sahnede buldum. Böylelikle, ilk deneyimim Nejat Uygur sahnesinde oldu. Nejat abi çok harika biriydi. Ben zaten, Süheyl ve Behzat’la büyüdüm.

  • 13 yaşında bu camiaya girdiniz daha sonra neler oldu? 

Sahne tozunu yutan iflah olmuyor. Cüneyt Arkın beni izlemeye geldiğinde çok beğeniyor. Aynı şekilde Sefa Önal da… Hatta Sefa Önal, “Geleceğin Türkan Şoray’ı” diyor benim için. Yani beni Sefa Önal keşfediyor. Ben zaten Türkan Şoray, Fatma Girik, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit’in hayranıydım. Onların filmleriyle büyüdük. Annemi de Kocamustafapaşa’da Belgin Doruk'a benzetirlermiş. Babam bahriyeliymiş. Onu da Ediz Hun'a benzetirlermiş. Babam 36 ay denizlerde yaşamış, o yüzden adımı Deniz koymuş.  Neyse, babamın oturduğu Kocamustafapaşa’daki mahalle kahvesinin önünden Fatma Girik bir de annem geçermiş. Babam içinden ‘hangisi ile evlensem acaba, Fatma’yla mı Birsen ile mi’ dermiş. Rahmetli babama, “Sen Fatma Girik ile evlenseydin, gözlerin ne güzel mavi olurdu” diye takılırdım.

  • İlk filmini kiminle oynadın?

Cüneyt Arkın’ın oynadığı film için bir oyuncu arıyorlar. Sefa Önal, beni Cüneyt Arkın’a söylüyor. Filmde alkolik hayatından bezmiş bir kadını oynayacağım. Sete gittim. Yüzümü morarttılar, saçlarımı dağıttılar. Elimde şarap şişesi, kendimi denize atacakken Cüneyt Arkın yakalacak. Yani rolüm bu. 15 yaşındayım o dönem. Alkolik kişi nasıl olur bilmiyorum… Yapamadım. Cüneyt Arkın sinirlendi ve bana bağırdı. Çok üzüldüm, eve geldim.

CÜNEYT ARKIN BENİ SETTEN KOVDU

  • Cüneyt Arkın seni kovdu yani…

Evet resmen kovdu. Eve geldim, hırsımdan bütün diyalogları ezberledim. Bir içki aldım, açtım şişeyi içtim ve sarhoş konuşması nasıl olur diye sürekli çalıştım, çalıştım… Ertesi gün sete gittim. Rolümü oynayınca rahmetli Cüneyt Arkın, “pes doğrusu, neredeyse beni geçecek bu kadın” dedi. Dört film yaptık kendisiyle. O beni yetiştirdi. Ata binmeyi ve karate öğrenmek için okullara gittim. 

  • Cüneyt Bey’in de en yakışıklılık dönemi değil mi?

Ben utangaçtım gözlerine bakamazdım. Göz göze gelmeyelim diye kaçardım, çekinirdim.

  • Daha sonra Ferdi Tayfur var İbrahim Tatlıses dönemi başlıyor senin için…

Evet, Nuri Alço, Salih Güney, Gökhan Güney, Selami Şahin, Coşkun Sabah… Hepsi ile çalıştım.

  • Yeşilçam şaşalı olduğu kadar ayak oyunlarının da döndüğü bir sahneymiş aslında. Şöhret, yönetmenin, yapımcının yatağından geçer gibi de laflar vardı. Böyle bir teklifle karşılaştın mı?

Asla böyle bir şeyle karşılaşmadım. Ama şöyle bir durum oldu:  Sefa Önal bana aşık oldu. Bir hayli yaş farkı vardı aramızda. Düşün babamdan büyüktü. Alkol de alırdı. Bir gün, konuşurken elimi tuttu ve ‘Evlenelim’ dedi. Ben ona saygı duyardım. Ağzım dilim tutuldu. O dönemler bizim evimiz sanat evi gibiydi. Çoğu sanatçılar bizim evde toplanırdı. Sazlı sözlü, yemekli toplantılar olurdu. Babam da çok meraklıydı sanata. Müjdat Gezen, Nuri Alço, Sefa Önal gelip giderdi bize. Neyse, Cüneyt Arkın da geldi bize. Sefa Önal beni istedi, söz kestik. Sefa Önal, o dönemler Türkan Şoray’ı Türkan Şoray yapan adamdı. Ama ben onu kocam olacak kişi olarak düşünemiyordum bir türlü. İçim ısınmadı. Altı ay gibi nişanlı kaldık. Bu işi bitirmeye karar verdim. Hiç unutmam, Yeşilköy’de bir yere gittik, yemek yiyoruz. Ben kendisine “Sefa bey, sizi çok seviyorum, çok iyi insansınız, sinemada başarılısınız. Sizi takdir ediyorum, size saygım sonsuz ama ben kendimi evliliğe hazır hissetmiyorum. Ben bu işi bitirmek istiyorum, yapamayacağım” dedim. Çok sinirlendi. “Sinema bitti, ayağını basamazsın artık” dedi. Eve gittim, ağlıyordum. Durumu anne ve babama söyledim. Babam “Boşver kızım, mutlu olmak daha önemli” dedi.

  • Ama sinema kapıları kapanmaya başladı değil mi?

Tabii… O zaman Sefa Önal, çok önemli biri senaristti. Yönetmenlik de yapıyordu.

SİNEMA KRALININ OĞLU İLE NİŞANLANDIM

  • Sefa Önal sonrası ne oldu ?

Ben Fındıkzadeliyim ya… Yıldız Sineması, Beşiktaş Mıstık Sineması ve bunun gibi 5-6 sinemanın sahibinin oğlu Ali Kocabekir, beni tesadüfen gördü bir gün. Bana, “Deniz Hanım bu aralar film yapmıyorsunuz, İlyas Salman ile bir filme başlıyoruz, oynar mısınız” dedi. Allah büyük işte… “Tabii oynarım” dedim. Gittim anlaşma yaptık, İlyas’la oynayacağız. Seneryo okunuyor, hazırlıklar yapılıyor işe bakın. Ali Kocabekir’in yazıhanesindeyim. “Denizciğim ben sana aşığım. Benimle evlenir misin?” dedi. Adama aşık değilim ama fena adam da değil. “Boşver Deniz, bütün sinemalar senin elinde  şimdi. Kötülük yapanlar görsün” diye düşündüm. Ve, “evet” dedim. Filmi çektik bitti. Ailesi gelip istedi. O zaman The Marmara, Etap Marmara'ydı. Orada nişan yaptık. Ali ile çok gezerdik, kafa dengiydi. 5 yıldızlı büyük bir otel tuttu, orada düğün olacaktı. Bir sürü davetiyeler basıldı, evimiz kuruldu. Her şeyin en güzeli yapıldı. Benim çeyizler bile gitti. Ama düğüne iki gün kala yüzüğü verdim.

  • Neden? 

O gün çok içkiliydi. Çok kötü bir gece geçirdim. Arabayı jet gibi kullanıyordu. Kocamustafapaşa’da oturuyordum, eve gitmek istedim. Çok sinirlendi. Kapıyı açtı ve beni arabadan itti.  Cüneyt Arkın’dan aldığım eğitimin yardımı oldu o an. Kendimi bırakmadım, bıraksam arka tekerliğin altına girecektim. Üzerimde ipek bir kıyafet vardı, paramparça oldu. Arabayı durdurdu ve beni arabaya aldı. “Ah canım, bacakları da kanamış” dedi. Arabadan indim, deli gibi koşmaya başladım. Amerikan Konsolosluğuna sığındım. Gecenin saat dördü, bacaklarım kanıyor. Sonra taksiye binip annemin evine gittim. Ertesi gün kaynanam geldi, yüzüğü verdim. Kaynanam, oğlunun küçükken menenjit geçirdiğini o sebeple ara ara böyle olduğunu söyledi. Neyse, İlyas ile yaptığımız film yeni bitmiş, afişi çıkmıştı. Biliyor musun? Afişe benim ismimi küçük bile koymamış. Başrol oynuyorsun afişte adın yok. Bu sefer herkese “Deniz Akbulut’u oynatırsanız, o film benim sinemalarımda oynayamaz” diyerek tehdit etti. 

İBRAHİM TATLISES’İ REDETTİM

  • Erkekler hep üzmüş seni…

Şansım hiç gülmedi, erkeklerden kaçtım ama hep üstüme geldiler. Sinemadan sonra assolistlik devrim başladı. Bu arada, İbrahim Tatlıses ile bir araya geldik. Hani demiştim ya, Kocamustafapaşa’daki evimize İbrahim de gelirdi. ‘Ayağında Kundura’yı çıkarttığı zamanlardı. Kendisi ile Bursa’da sahne alıyorduk. Aynı otelde kalıyoruz. Konser var, Sezen Aksu, Mazhar Fuat Özkan, Sibel Can, İbrahim Tatlıses, Harun Kolçak, Ayşen Nur Yengi böyle muhteşem bir kadro. Almira Otelde kalıyoruz. Benim yanımda Mehpare isminde bir bayan vardı. Gece sahneye çaktım sonra odama gelip uyudum. Sabah 11 gibi odamın telefonu çaldı. Mehpare açtı. “Deniz hanım, İbrahim bey sizi odasına çağırıyor, bir şey konuşacakmış” dedi. Merak ettim, odasına indim. Kapıyı çaldım. Kapı açıldı, Sibel Can da içerideymiş. Çıktı. Yatağın kenarına oturdum, “Ne konuşacaksınız benimle” dedim. “Deniz, ben senden çok hoşlanıyorum” dedi.

  • Peki, o zaman hayatında kim vardı İbrahim beyin?

Sanırım Derya Tuna vardı. Bir şey olmadı. Belki olabilirdi ama böyle şeyler bana göre değil. O dönemde ayrıca bana bir mafya aşıktı. Ondan da çok çektim ben. Eğer ben evet deseydim, o adam, ismi lazım değil, onu da beni de öldürürdü.

KENDİMİ SEVİYORUM

  • Gözlerini nasıl kaybettin?

Şimdi rahmetli oldu kendisi. Bir TV programında benden helallik aldı.  İki sene oldu, helallik verdim ve gitti. Aile dostumuzdu. O dönem anne-babam ayrıydı. Bize gelirdi. Erdoğan Kendigelen… Gümüşhaneli… Apar topar bir evlilik oldu. Baktım kafa dengi, yıldırım nikahıyla evlendik. Benim yazlığım vardı Büyükçekmece’de. Orada oturuyoruz. Henüz bir yıl olmuştu evleneli. Çok dayak yedim. Sabahtan içki içmeye başlayan bir adam. Kahvaltı muhabbeti yoktu bile. Benden kendisine eşlik etmemi isterdi. Ben bardağa doldurup gizli gizli saksıya dökerdim, yani içmiş gibi yapardım. Bir gün yine içki içip beni dövmeye başladı. Başımı duvara vurmaya başladı. Orada ölmüşüm ben. Hastaneye götürüyor. O arada ambulans çağırmış. Bu arada kalbime masaj yapmış, sonradan kendisi anlattı. Kalbime masaj yapıyor ve kalbim çalışıyor. Ölseydim 27 sene olacaktı. Kalp durunca beyine oksijen gitmiyor,  gitmeyince görme sinirleri etkileniyor.

  • Bunun geri dönüşü olmuyor mu? Ameliyat, tedavi falan… 

Hayır, olmuyor.  Sinirlerin nakli de yok. Ben kendimi çok seviyorum, evimi çok seviyorum, çok iyi bir ev kadınıyım.

  • Geçiminiz nasıl oluyor? Emekliliğiniz vardır mutlaka.

Allah'a çok şükür kimseye muhtaç değilim ve çok iyiyim. Ev benim. Anne-babadan da kaldı bir şeyler.  İlk zamanlar, “Ben kimseyi görmüyorum, kimse de beni görmesin” diyordum. Ölmek istiyordum. Maneviyatla, yüce rabbimin sevgisiyle kendimi düzelttim. Allah dert verdiği kuluna yardımcı melek gönderirmiş. Mutluyum, evimi seviyorum kendimi seviyorum. Bir film yapacağım, hayatımın filmini yazdım. İnşallah bu projemi hayata geçireceğim.