Gülay, “Değişen, aşkın kendisi değil; düzenin dayattığı aşk tüketimi ve biçimi. Artık, çeşme başı bakışmalar, gönderilemeyen mektuplar yok. Aşkın sınıfı var; ‘story’si var” diyor.
Aşkın dürtüsel boyutunun değişmediğini söyleyen Gülay, “Değişen, aşkın kendisi değil; düzenin dayattığı aşk tüketimi ve biçimi. Artık, çeşme başı bakışmalar, gönderilemeyen mektuplar yok. Aşkın sınıfı var; ‘story’si var” diyor.
Gülay’la olan hikâyemiz 1990’larda “Cesaretin Var mı Aşka?” şarkısıyla başladı. Gençliğimizde şarkıyı bangır bangır söylerken aşkın tanımını bilmiyorduk bile. 35 yıllık kariyerinde birçok başarılı çalışmaya imza atan sevilen sanatçı Gülay, bu hafta konuğum oldu. Samimi açıklamalarda bulunan ünlü sanatçı ile sıcacık bir söyleşi yaptım…
· Artık İstanbul’da yaşamıyorsunuz. Darısı benim başıma. Mutlu musunuz Köyceğiz’de?
Evet, çok güzel bir karar verdim, karar vermek de diyemem, bastım gittim. İstanbu’da da yalnızdım burada da yalnızım. Çok bir şey değişmedi aslında. Kısacası İstanbul’da olduğumdan daha iyiyim.
· Sağlığınız nasıl?
Sağlığım iyi çok şükür. Rutin kontrollerimi yaptırıyorum. Ara sıra aksaklıklar oluyor tabii. Ama halletmeye çalışıyorum. Temmuz’da İstanbul’da 4-5 gün hastanede yattım. Her şeyimi kontrol ettiler. Doktorum inanılmaz bir kadın.
· Müzik camiasında özel bir isim olmayı nasıl başardınız? Bunun hayalini kuruyor muydunuz?
Hayallerle yaşayan biri değilim. Hiçbir şeyin hayalini kurmuyorum. Ben sadece yapmam gerekeni yapıyorum. Çok mu seviyorum? Yooo hiç de sevmiyorum. Şarkı söylemeyi de sevmiyorum zaten. Ama sahneye çıktığım anda her şey değişiyor. Sahnede “ben niye bu işi yapıyorum acaba” diyorum? Herhalde siz de hayatınızda bu kadar aksi bir sanatçıyla ilk defa röportaj yapıyorsunuzdur.
· Hayır, aksi olduğunuzu düşünmüyorum, içinden geleni konuşan samimi bir insan görüyorum ben. Bugünkü Gülay, yıllar önceki Gülay ile karşılaştığında ilk ne derdi?
O zamanki halime, “bir kendime gel” derdim. O Gülay'ı da çok seviyorum, iyi bir kız o. Ben de şu an iyi bir kadınım. Nasıl yaşanması gerekiyorsa öyle yaşıyorum. İyi kalpliyim. Bu zamana kadar kimseye zarar vermedim. Kimseye zarar vermedim ama aşktan zarar gördüm. Aşktan hiçbir şey anlamıyorum, saçmalıktan başka bir şey değil aşk.
ESKİ AŞKLAR DAHA MASUM
· Peki, aşka inanıyor musunuz?
Aşka inanıyorum tabii ki. Aşksız olur mu hiç? Kazık da yesek, öyle de olsa böyle de olsa, yine aşka inanıyorum.
· Filmlerde izlediğimiz, şarkılarda dinlediğimiz aşkla, bugünkü aşkın yaşanış biçimi için ne söylersiniz?
Aslında aşkın dürtüsel boyutu değişmedi hiç… Eylemleri, dışa vurumları, tüketme eğilimi değişti. Eski aşkları, daha masum daha istekli ama sessiz daha cesaretsiz yaşıyordu insanlar. Değişen aşkın kendisi değil; düzenin dayattığı aşk tüketimi ve biçimi. Değişen tüketim alışkanlıkları, gelişen teknoloji; aşkın da yoz halini dayatıyor bize. Artık, çeşme başı bakışmalar, gönderilemeyen mektuplar yok. Aşkın sınıfı var; ‘story’si var…
BİZİ BU HALE BİZ GETİRDİK
· Ne olacak bu dünyanın hali?
Nietzsche; ‘insan, al yanaklı bir hayvandır’ diyor. Utanmayı bilirsek tabii. Doğallığımızı ve sürümüzü çoktan kendi ellerimizle imha ettik. Makineleştik, yozlaştık. Dünyayı yeterince direnemediğimiz büyük ihtişam savaşlarına kurban ettik, bizi bu hale biz getirdik. ‘Şimdi ne olacak’ diye soruyoruz. Böyle giderse, an an büyüyecek felaketler silsilesi! Ama ‘Nasıl olmalı?’ diye sormaktan vazgeçmezsek; perde aralanır… İyiye ve adalete; mutluluk ve barışa özlemin; bu idealler için mücadelenin ruhu kabarır.
· Hepimiz hayatımızda zor sınavlar verdik. Dersler aldık, belki de kaldık. Siz bu anlamda nerede görüyorsunuz kendinizi?
Hep öğrenci… Toprağa karışıncaya kadar çırak ve kalfa... Gülay; o kadar kendisi gibi, o kadar yalın, o kadar soluksuz ve derin yaşayan biri ki teneffüslerden bile ders çıkarır. İnsanın özünde, içselleştirdiği saf değerlere bağlıysa eğer bir duvara çarpmak; dışarıdan hata tekrarı gibi görünen şeyleri yapıp yapmamak değildir mesele. Öyle hatalarım var ki; bugün olsa ve canım yine yanacak olsa seve seve yaparım. Mutluyum; başkalarına acı veren sınıfta kalmalarım olmadı hiç.
· Size kendinizi, ne güçsüz ve çaresiz hissettirir?
Kendi dışıma, sevdiklerime, insana, doğaya dokunamamak; bir başka yarayı saramamak. Bir derde çare olamamak; göz yaşı silememek, paylaşmaktan uzak düşmek. Güneşin doğuşunu izleyememek, başladığım bir işi bitirememek. Umudumu kaybetmek… Güçsüz hissettirebilir bu saydıklarım ama çaresiz kaldığım zamanlarda dahi umudumu kaybetmediğim için ayağa kalkmam zor olmaz.
BİZ DEMEYİ ÖĞRENİN
· Geriye dönüp baktığınızda cebinizde ‘iyi ki’ler mi, ‘keşke’ler mi daha çok?
‘Olmadı’ bir emek sözü; ‘Olmayacak’ bir vazgeçiş aslında. Yeterince emek verip kovalıyorsak ‘iyi ki ya da keşke’ demek anlamını yitiriyor sanki. İki duygu durumu da bizim oluyor, birbirimize sarılıyoruz. Ama geçmişe dönüp baktığımda; ‘iyi ki’lerim daha çok. İyi ki kızımı doğurmuşum. İyi ki annem annem, babam babam, kardeşim kardeşim olmuş. İyi ki o aşkları yaşamışım, o türküleri söylemişim, albümleri yapmışım. İyi ki Kıbrıs’a yerleşmişim, Köyceğiz’e göçmüşüm. Sanırım benim ‘keşkelerim’ kendi dışımda yapamadıklarımla, gücümün yetmedikleriyle ilgili daha çok.
· Gelen nesillere neler söylemek istiyorsunuz ? 10 yıl sonrasına bir kaç kelime söyler misiniz?
‘Ben’ değil; ‘Biz’ demeyi öğrenin. Ne yapın edin pencerelerinizi büyütün; kapılarınıza kilit vurmayın. Ülkeye, dünyaya; hayata kafa yorun. En birinci renginiz olsun özgürlük ve umudun rengi ama sadece kendiniz için değil. Sizi mutlu edecek işin, aşkın, coğrafyanın peşine düşün, vazgeçmeyin. Doğruya doğru, eğriye eğri diyecek özgüveniniz olsun. Tüm insanlığın mutluluğu gibi bir derdiniz de olsun. İnanmadan ve emek vermeden elde edilen, içi boş ceviz kabuğu kadar bile değildir. Sizin hep özünüz olsun…
· Son olarak müzik çalışmalarınızı sormak istiyorum. Neler yapıyorsunuz?
Fakülteeden Murat Uçmaz diye bir arkadaşım var, kendisi yazar. Onun bestelerinden bir albüm çıkaracağım yakında. Ortaya güzel şeyler çıkacak galiba.