Ümit Yaşar Oğuzcan, aşkın ve ölümün şairidir.

Tanrının bıraktığı yerden biz başlayalım

Üç milyar insanın yarısını sen öldür yarısını ben

Üç kişi kalsak yetişir yeryüzünde

Yaklaş bana

Seninle kardeş değiliz…

Ümit Yaşar Oğuzcan, aşkın ve ölümün şairidir. Adına şiirler yazılmış kadınlardan olmasak da yaşadıkları, yaşarken hissettikleri ne olursa olsun bugün hâlâ onun şiirleriyle hüzünlendiğimiz gerçeğini değiştirmiyor. Ayten, Mihriban ve son eşi Ulufer Oğuzcan’a sayfalarca şiirler yazan Ümit Yaşar’a ayrıca, kendisi için bir nesle aşkı öğreten şair de diyebiliriz.

Ümit Yaşar Oğuzcan, edebiyatımız için büyük öneme sahip bir şairimiz. Oğuzcan, 22 Ağustos 1926’da Tarsus’ta Güzide Hanım ile Lütfü Bey’in oğlu olarak dünyaya geldi. Çocukluğunda yaşadığı fiziksel olarak zuhur eden acılar, sonrasında ruhunu da içine alarak Ümit Yaşar’ın kişiliğini oluşturduğu görülür. 

6 Haziran 1973 tarihi ise ünlü şairin çektiği acılara ekleyeceği en büyük acı olur. Oğlu Vedat, bir fincan kahve ve bir kadeh konyak içerek Galata Kulesi’nden atladığında, elinde bir not vardır. “Baba, öyle intihar edilmez, böyle edilir.” Vedat’ın böyle yazmasının nedenine gelince, ünlü şairin birçok defa intihara teşebbüs etmesiydi elbet. Bu meydan okumayı Vedat kazansa da Ümit Yaşar’ın ve ailesinin hayatında artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Sanatının 44. yılında, 4 Kasım 1984’te 58 yaşındayken kavuşmak için çok uğraştığı ölüme ansızın bir kalp kriziyle ulaştı Ümit Yaşar…. Varlığı dünyadan silinirken geriye binleri etkileyen şiirleri, yazıları ve şarkıları kaldı. Fiziken bu dünyadan göçmüş, cansız bedeni Teşvikiye’de ebediyete uzanıyor olsa da, gün geçtikçe herhangi bir okur kendini Ümit Yaşar dizelerinde bularak ismini yaşatmaya devam ediyor. 1978’de ikinci eşi olan Ulufer Hanım ile evlenen ünlü şair hayatında son eşi olmak üzere üç kadına aşk şiirleri yazdı. Bugün 90 yaşında olan ve hâlâ kocasına aşkı ilk günkü gibi devam eden Ulufer Oğuzcan ile aşk üzerine bir söyleşi yaptım. Büyük ustanın aşık olduğu, adına şiirler yazdığı Ulufer Hanım’ın ayrıca tüm okurlara selamı var. Kendisine buradan sevgilerimi gönderiyorum yeniden…Siz röportajı okumadan önce bu söyleşiye katkılarından dolayı A. Cüneyt Şahin ve Ulufer Didem Yalçınkaya’ya ayrıca teşekkür ediyorum. 

  • Ümit Yaşar Oğuzcan ile tanışma hikayenizi çok merak ediyorum, nasıl tanıştınız?

Kendisi ile bir konferansta tanıştık. Ümit’in şiir konferansı vardı. Ben de o sıralar yeniden şiirle uğraşıyordum. Daha önce de çıkmış çocuk kitaplarım da vardı. Biraz geç başlamış bir ilgiydi bu. Çünkü ilk evliliğim sebebiyle, edebiyat ile pek meşgul olamamıştım. Tanışma esnasında çok heyecanlanmıştım. Oturduğu yerden, bana baktı ve "Memnun oldum hanımefendi. Şiirlerinizi getirirseniz bir bakmak isterim. Lütfen, sekreterimden bir randevu alın" dedi. Tabii, günler geçmek bilmedi. Bir hafta sonra şiirlerimi alıp yanına gittim. İnceledikten sonra, "Bir kere sizi, tebrik ediyorum, çok muntazam; defter kâğıtlarına yazılmış, ayrı ayrı daktilo edilmiş şiirler. Ama çok eksiğiniz var. Sonra, niye şiir yazıyorsunuz? Siz; şiir yazacak değil, şiir yazılacak bir hanımsınız" dedi. Ben 39, Ümit de 48 yaşındaydı. 

BENİ UNUTMAMIŞ

  • Siz; şiir yazacak değil, şiir yazılacak bir hanımsınız" şahane bir cümle… Sonra?

Şiirlerimle ilgili yapmam gerekenleri bana anlattıktan sonra, "15 gün sonra bekliyorum sizi" dedi. O süre zarfında, şiirlerimde gördüğü eksikleri tamamladım ama yanına gitmedim. Bir süre sonra arkadaşlarımla gittiğim bir davette karşılaştım kendisiyle. 
Yanımdan geçerken bana ‘küt’ diye çarptı. İçimde "Kim bu münasebetsiz kişi" diyordum ki baktım ki Ümit. Bana hemen "Yanıma gelmediniz. Şiirlerinizden ne haber?" dedi.

  • Hatırlaması güzel…

Tabii. hatırlıyor olması, beni de mutlu etti. Ertesi gün sekreterinden randevu alarak yanına gittim ve şiirlerimi yeniden gösterdim. Bu sefer çok beğendi. Çünkü dediklerini aynen yapmıştım. Konuşma esnasında ona Avrupa’ya gideceğimi anlattım. "Sizden bir isteğim olacak. Gelirken benim için bir tırnak makası bir de pipo tütünü getirir misiniz?" dedi. "Tabii getiririm" dedim ama istekleri bana garip gelmişti. Hakikaten de aldım istediklerini. Sonra aramızda bir dostluk oluştu. Fakat sonradan bana söylediği; beni birinci görüşünde beğenmiş; ikincide âşık olmuş. 

  • Sizi ikinci kez kaybetmek istememiş sanıyorum. 

Tabii. Çünkü başka hiçbir şekilde beni bulma ihtimali yok. Cep telefonu yok, adres yok. Neredeyim, neyim, kimim; bilmiyor. Ve öylece işte bir dostluk başladı. Sonra da bu dostluk aşka dönüştü. Tam tamına 6.5 yıl evli kaldık. 

  • Bu kadar büyük aşk için çok kısa bir zaman…

1978’de evlendik, ama 1976’da tanışmıştık zaten. Hep "Önümde yaşam için 9 yılım var" derdi bana. Yarım yıl yanıldı. 

  • Ümit Bey’le tanıştığınızda  oğlunu kaybetmiş miydi?

1973 yılında kaybetmiş evladını. Acısı çok büyüktü ve çok tazeydi tanıştığımızda. Benim kızım da 1973 doğumlu. 6 Haziran’da kızım doğuyor, aynı tarihte Ümit’in oğlu kuleden atlıyor. Bana "Sabah oğlumuzun mezarını ziyaret ederiz, akşam da kızımızın doğum gününü kutlarız" derdi. 

ÇOK ACILAR ÇEKTİ

  • Oğuzcan’ın çok defa intihara teşebbüs ettiğini okumuştum. Hatta, 24 kere olduğu söyleniyor. Doğru mu?

O mübalağa. Ümit’in bana söylediği, 3 kere teşebbüs etmiş olmasıydı. 

  • Oldukça melankolik bir yanı varmış Oğuzcan’ın. Oğlunu kaybettikten sonra mı artmış bu ruh hali?

Gençliğinden itibaren melankolik bir yanı varmış zaten. Biliyor musunuz? Oğlunun ölümünden sonra hiç intihara teşebbüsü yok. Ümit gençlik yıllarında kendini ispatlayamadığı için bunalımlar geçirmiş. Erken evlendirilmiş. Üst üste iki tane oğlu olmuş. Eee geçim derdi de var. Birtakım sıkıntılar, bunalımlar neticesinde intihara teşebbüs etmiş. 

  • Siz de evladınızı kaybetmişsiniz…

Evlat kaybı hiçbir şeye benzemiyor. Evlenmeye karar verdiğimiz günlerde Ümit, "Oğlum kendini Galata Kulesi’nden attığı günden beri, ne oraya gidebiliyorum ne de önünden geçebiliyorum. Benimle gelir misin?" dedi. Gittik, aşağıda oturduk; yukarı çıkmadı. El ele saatlerce oturduk… Ondan sonra "Tamam; artık bitti" dedi. Bir daha da lafını etmedi. Orada o, kendi kendine işi halletti. Orada benimle kendini iyileştirdi. Çok güçlüydü, çok duyguluydu, kadına çok saygılıydı.

* Size çok aşık olmuş, ama bir de şiirlerinde anlattığı bir Ayten, bir de Mihriban var…

Ümit Bey’in hayatında 3 aşk var. Birisi Ayten, meşhur Ayten… Platonik aşkı. İkincisi Mihriban… ‘Mihriban’ diye şiirleri var. Mihriban’a şiirler, Mihriban’a mektuplar. Üçüncüsü de ben oluyorum. 

  • Bilginiz var mı? bu gizemli kadınlar hakkında..

Tabii, tanıyorum. Ama kim olduklarını söyleyemem. Eğer isteseydi Ümit de afişe ederdi ama o da istemedi. Benim dile getirmem yakışık almaz.

ONU HİÇ KISKANMADIM

  • Kıskanmadınız mı?

Hayatta kıskançlık nedir bilmedim; fakat çok fazla kıskançlık gördüm. 
Ancak Ümit’in kıskançlığı beni rahatsız etmiyordu. 

* Neden? 

Çünkü hallediyordu. Ortada kıskanacağı bir durum varsa, "Kalbim biraz sıkıştı, kalkabilir miyiz?" diyordu. Ben anlıyordum. 

* Kaç şiir yazdı size?

Şöyle söyleyeyim; 50 yaş şiiri vardır, ondan sonrakiler hep bana ait. 

  • Ümit Bey’in adını devam ettiren proje var mı?

Ümit Tarsusludur. Tarsus’ta bir okulun bir odasına ‘Ümit Yaşar’ ismi verildi. Hatta açılışa beni de çağırdılar. Çok sene oluyor ama…Ümit, insana sevmenin ne demek olduğunu öğreten bir şairdi. Bana da o öğretti zaten. Ben çok şanslı bir kadınım. 

  • Bütün şiirlerini çok severim. Bir ‘İspanyol Meyhanesi’ beni çok etkiler örneğin. 

Ümit, "Benim şiirlerimi, Trakya’dan Kars’a kadar herkes bilir, okur, anlar. Çünkü ben öz Türkçe yazıyorum" derdi. Her yerde, her zaman şiir okumaya hazırdı. Tüm şiirlerini ezbere biliyordu. Konuşurken kekelerdi. Geçirdiği kızamık hastalığından sonra kalmış. Fakat şiir okurken asla kekelemezdi. Kompleks nedir bilmezdi. Hiçbir kompleksi yoktu. 

* Size yazdığı ama hiç yayınlamamış  bir şiiri var mı?

Valla bana en son bir dörtlük söylemişti. İsterseniz söyleyebilirim.

  • Tabii ki, çok isterim…

Dallardan birer birer koparan sevdam benim / Tat veren ballandıran pişiren sevdam benim / Bir yüzün aynasında, bana bin yüz gösterip / Her an yeni sevdaya düşüren sevdam benim.

  • Öldüğü günü hatırlıyor musunuz?

Öldüğü gün, at yarışına gitti. At yarışlarını çok severdi. Ancak bir süre sonra geldi. Annem de bizdeydi. Kısa bir sohbet ettik. Uzanmak istediğini söyleyerek odaya geçti. Sonra ‘nefes alamıyorum, pencereyi açar mısın’ dedi bana. Kıştı. Dışarıda hava çok kirliydi. ‘Hava çok kirli, gel salondaki kanepeye uzan’ dedim. Günlerden pazar, gece yarısı gibiydi. Ben doktor aradım, doktoru bulamadım. Damadım ve kızım Taksim İlk Yardımdan hemen bir genç doktor alıp getirdiler. Birdenbire muazzam kızardı... Ter boşaldı. Ter boşalınca ben atlattı diye düşündüm. Rengi sapsarı oldu. ‘Ben galiba gidiyorum’ dedi. 'Yok sen gidemezsin’ dedim. Ondan sonra ses yok. Hemen hastaneneye götürdük. Orada içeri aldılar elektro şok filan yaptılar. Ben dışarıda umutla bekliyorum. Beni alıştırmaya çalışıyor yanımdakiler, ben hiç dinlemiyorum, derken oradan çıkardılar. Sonra rapora, hastaneye geldiğinde ölüydü diye yazmışlar. Tabii bu büyük, inanılmaz bir şey, hazırlıksızdım. Orada bir onbeş dakika kadar başında oturabildim. Belki de yarım saat, belki de bin yıl bilemiyorum. Bizi orada bıraktılar baş başa. Çok zor anlardı. Hatırlamak bile insanı yeniden o günlere götürüyor. Ve böylece uçtu gitti."