İlkeli Söz; Şadan Gökovalı'nın anlattığı bu hikayenin mesajı İlkeli Söz olarak Fiozof Immanuel Kant'tan gelsin: “Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır, ama görüş açınız genişler.”
İlkeli Köşemde bugün de hepimizi biraz hüzünlendiren, biraz düşündüren bir hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Atasözlerimiz gibi atalarımızın hikayeleri de hayat yolculuğumuzda paha biçilmez değerdedir. Bu sebepten siz kıymetli okuyucularım için ara sıra İlkeli Köşemde kıssadan hisse hikayeler paylaşmaya da özen gösteriyorum. Gelin bugünkü hikayemizi birlikte okuyalım, birlikte ders çıkarıp hayatımıza fener tutalım.
‘Bir varmış, bir yokmuş. Memleketin birinde bir töre varmış. Her şey töreye uygun yapılırmış. Buna göre; elden ayaktan çekilip üretim dışı kalmış yaşlılar, ücra bir köşede ölmeye bırakılıyormuş. Töreye uymayanlar ise ceza olarak yaşamdan koparılıyormuş. Uygulama öylesine katıymış ki, buna karşı çıkmak kimsenin aklının ucundan bile geçmiyormuş.
Bu ülkede bilge bir adam ve onun babasını çok seven bir oğlu varmış. Adam belirli yaşı aşınca, oğlu onu sırtlayıp, ormanın derinliklerinde bir yere getirip bırakmış. Tam dönecekken “Baba şimdi nasıl geri döneceğim, ormandan çıkışı nasıl bulacağım” diye sormuş.
Babası; “Oğlum” demiş. “Sen beni sırtında taşırken, ağaçlardan kuru dalları koparıp, geçtiğimiz yerlere bıraktım. Onları izleyerek yolunu kolayca bulursun.” Oğul içinden “Bu adama kötülük yapılır mı?” diye geçirerek koyulduğu yolculukta kuru dallar sayesinde kolayca evine ulaşmış. Babasının ormanda açlık ve susuzluktan ölmesine gönlü razı gelmediğinden, töreye, yasaya aldırmaksızın yiyecek içecek götürmeye başlamış. Günler günleri kovalarken, oğul her gidişinde, babasını ülkede olup bitenlerden haberdar ediyormuş.
Bir gün tellallar yollara dökülüp;
“Her kim tokmaksız davul çalmayı başarırsa, hükümdarımız onu vezir yapacak” diye bağırmaya başlamışlar. Oğul bunu babasına iletince yaşlı adam “Bundan kolay ne var oğlum” demiş. “Davulun içine arı doldur, hükümdarın huzuruna çıkınca, davulu yuvarla, yeter.”
Oğul da bunu yapmış ve vezirliği kapmış. Doğal olarak bunu babasından öğrendiğini de kimseye söylememiş.
Günler geçmiş, devran dönmüş, tellallar yine yollara koyulup “Her kim külden urgan yapmayı becerirse, padişahımız ona sadrazamlık verecek.” diye duyurmuşlar. Tabii oğul yine babasına koşmuş.
Bilge; “Oğlum! Urganı taşa koyar üzerine gaz yağı döküp tutuşturursun. Al sana külden urgan!” demiş.
Böylece oğul sadrazamlık mührünü bu kez de kimseye kaptırmamış.
Bir süre sonra yeni bir duyuru yapılmış: “Her kim kağıtta ateş taşırsa, hükümdarımız kızını ona verecek." Koca ülkede hiç kimse çözüm bulamayınca oğul, soluğu babasının yanında almış.
Bilge ona da çözüm bulmuş:
“Çok kolay oğlum! Kağıttan bir fener yapar, içinde de mum yakarsın. Al sana kağıt içinde yanan ateş.” Oğul bu sınavı da başarıyla geçince padişah: “Sen bunları kendi aklınla çözemezsin. Sırrını açıklarsan, hem kızımla evlendireceğim hem de hiçbir ceza vermeyeceğim.” demiş.
Babasını çok seven kadirbilir oğul da her şeyi açıkça anlatmış.
Padişah dikkatle dinledikten sonra;
“Demek ki yaşlılarımızın beden güçlerinden değilse bile akıl ve deneyimlerinden faydalanabiliriz.” diyerek töreyi kaldırmış!’