Tahta sandalyeli tahta masaya oturdular. 
Gözler kayboldu bir çift gözün derinliğinde 
Adam uzanıp tuttu kadının elini, 
Kadının içi titredi birden. 
Baktı gözlerinin içine kadının, 
Sevgi doluydu gözleri, ya da kadın öyle hissetti. 
Isındı yüreği aniden.

Uzun hikâyelerini, uzun uzun anlatmaya 
Ne dilleri döndü, ne güçleri yetti.

Benimle ağlayıp benimle gülmeye 
Ağlamak istediğinde 
Razı mısın başını omzuma yaslamaya? 
Benimle bu yolda beraber yürümeye var mısın?

Peş peşe geldikçe sorular 
Al al oldu kadının gülen yüzü.

Artık ağlamanı istemiyorum, gözünün yaşını kurutacağım. 
Elimden geldiğince seni mutlu edeceğim ve güldüreceğim. 
Düş gibiydi, duydukları, 
Ürperdi kadın. 
Bir kadının duymak ve yalan da olsa inanmak istediği sözlerdi bunlar. 
Ama şaşırmış, tutulmuştu nutku birden.

Zaten yıllarca acı çekmiş ve ağlamışsa bir de. 
Tutunacak bir dal, sığınacak bir koy arıyorsa. 
Ağlamak için bir omuza, 
Yanağından süzülen yaşları silecek bir ele muhtaçsa, 
Hele, hele bir de yaşadıklarından ders almamış, 
İki tatlı söze kanacak kadar aptalsa.

İşte o benim diyordu adam. 
Ben de bunları isterim senden dedi kadın içinden.

Bu hikâyenin sonunu yazmaya gerek var mı? 
Yine hüsran, yine hayal kırıklığı, yine gözyaşı 
Her aşkın sonundan kalan.

Kalk haydi, ayağa kalk, sil gözünün yaşını 
Sana senden başka yâr yok. 
Kendi yaranı, yine kendin sarabilirsin sadece. 
Eğer iyi olsun istiyorsan gönül yaraların 
Önce kendine güven sonra sevdiğine, 
O zaman anlarım, inanırım ancak sözlerine.

(İstanbul – 14.02.2017 – 01.15)