“Bir tek estetik yaptırmayan ben varım. Hiçbir yerimde estetik yok. Ben de biliyorum yüzümde çizgim var. Fakat istemiyorum, ben bana yabancı olayım.”

Lale Belkıs, 1938 yılında İstanbul’da doğuyor. Çanakkale gazisi bir babanın kızı. Çocukluğu önce Eyüp, sonra Moda’da geçiyor. Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsü’nde okurken podyuma çıkıyor ve kısa süre sonra da Türkiye’nin ilk uluslararası mankeni oluyor. Ardından tiyatro, sinema, müzik ve sahne geliyor. Bununla da kalmıyor Belkıs, dublaj yapıyor, resim yapıp sergiler açıyor. Dahası da var. Belkıs, kitaplar da yazıyor... Röportaj yapmak için evine gittiğimde hâlâ ‘Lale Belkıs güzelliği’ diye bir şey var izlenimine kapılıyorum. Fit ve kendinden emin, yani tam da düşündüğüm gibi…

  • Öncelikle ben şunu sormak istiyorum sağlığınız nasıl?

Yaşımı başımı almış biri olarak çok iyiyim. Kendimle barışık biriyimdir. Kendime zarar verecek pek bir şey yapmam, yapmadım da… Ama bazen sağlıkta çıkan birtakım problemleri de kabul etmek gerekir. Fakat sonuç olarak sağlığım iyi, teşekkürler.

  • Sizin "doğduğum ev" diye bir şarkınız var. Bu doğduğunuz ev mi peki?

Hayır, eşimle satın aldığımız bir ev. Aileden miras olarak da değil, biz para ödeyerek Yalçın’la (Otağ) beraber aldık.

  • Evinize baktığım zaman tam bir sanat galerisi…

Böyle olması beni mutlu ediyor. Benim bir çocuğum yok biliyorsunuz, benden sonra burası sanat evi olarak kalsın istiyorum. Örnek olarak Barış Manço'nun evi var. Barış, çok iyi dostumdu. Onunki gibi sanat evi olarak kalsın istiyorum. 

  • Bu gördüğüm resimlerin hepsini siz mi yaptınız? 

Hepsi benim. Zaman zaman sergim oluyor. Urla’da sergim oldu. İstanbul’da da bir sergi açmayı düşünüyordum ama depremden sonra keyif kalmadı. Keyif kalmayınca da toplu olarak bu şekilde kaldı.

  • Şöhret hikayenizi çok merak ediyorum. Siz nasıl keşfedildiniz? 

Ben üniversite mezunu değilim, fakat çok küçükken ortaokul, liseye başladığım zamanlar sınıfta kaldığım bir dönem vardı. O zamanlar, gençliğimin uyanışı ile attım kendimi sokağa. Eyüp doğumluyum ben.  Gurur duyarım Eyüp doğumlu olmaktan. Çok güzel yerdi eskiden. Şimdi üzülerek söylüyorum, her şey değişiyor. O zaman daha tenhalık, azlık vardı. Ben hep doktor olmak istiyordum hatta bu işi yapan babamın bir arkadaşı vardı, ona gider yardım ederdim. Bana iğne yapmayı öğretmesini isterdim. Öğrendim de… Rahmetli Fahrettin Kerim Gökay, belediye başkanıydı o zamanlar. Onun açtığı sağlıklı yaşam kursuna da gittim. Yani, eğitimle bu yaşıma geldim. Şu gün bile eğitim alıyorum. Bir gün, ‘Akşam Sanat’a uğradım, inanın tamamen rastlantıydı. Henüz 13-14 yaşlarındaydım. Çok beğendiler beni. ‘Sizi olgunlaşmaya yollayalım’ dediler ve ben de gittim. Bir genç kızın anıları olarak yazdığım ‘İpek Çoraplar’ kitabımda detaylı anlattım. İşte bu adım atışlar ve rastlantılarla bugünkü hale getirdim ben bu kızı. 

  • 13-14 yaşındasınız ama boy pos ile yaş daha büyük duruyordu sanıyorum.

Çok da boylu poslu değildim o zamanlar aslında. Aman aman güzel de değildim yani. Ablalarım çok güzeldi. Şimdi ben size onların bir kaç resmini göstereceğim. Düşünün bundan 50-60 sene önce ablalarım bugünün kadınlarından bile şıklardı o zaman. İftiharla anıyorum. ‘Canım Ailem’ adını vereceğim bir kitap hazırlıyorum. Bu kitapta onları da anlatıyorum. Saygı ve sevgi ile büyüdük biz. Olgunlaşma Enstitüsü’nden sonra Amerika’ya gittim. Malum dünyanın her yerinde sergiler yapıldı. Küçüktüm, inanın hiçbir şeyden haberim yoktu. Ne yemek yemesini ne de konuşmasını bilirim. Bir şey görmemişim ki. Hiçbir şey yoktu o zamanlar. Ama yine de çok güzel günlerdi çok…

  • Ne kadar süre mankenlik yaptınız?

Mankenliği en son güne kadar yaptım. İlk mankenlik dönemimde ‘Güzellik Kraliçesi’ yarışmasına girmem konusunda çok öneriler geldi. Ben yapmadım. Amerika’ya gittim geldim teklifler gelmeye başladı. And filmin sahibi rahmetli Turgut Demirağ, bana beş film seyrettirdi. Aslında çok güzel değildim ama bir havam vardı. Güzele tercih olan bir auram vardı. Ben 3-4 sene Fransızca okudum, o yüzden Fransızca’ya zaafım vardır. ‘Olgunlaşma’da yemek, içmek, oturup kalkmak, saygı, konuşmak her şeyi öğretiyorlardı.

  • Daha sonra oyunculuk başladı ardından. 

‘Olgunlaşma’dayken Beyoğlu muhteşem bir yerdi. Sürekli kıymetli misafirleri olurdu. Mesela Melahat Saka gelirdi (Türkiye Cumhuriyetinin 7. Başbakanı Hasan Saka’nın eşi). İran Şahı da gelirdi. Bizim Türk desenlerimizi, renklerimizi, modellerimizi görmek için ziyaretçiler olurdu. Refia Övüç Hanım kendi olanaklarıyla olgunlaşmayı kurmuştu. Bir öğretmenin imkanlarıyla kurulmuş olan bu yer çok önemliydi. Onun için birikimler bende kaldı. O saygınlık oraya verdiğim değer bende kaldı. Olgunlaşmaya bir gün  hoş bir kadın geldi. Benimle konuşmak istediğini söyledi. ‘Tiyatroda İsveçli bir kız var, sizin oynamanızı istiyorum’ dedi. Ben hâlâ soket çoraplarla dolaşıyorum düşünün. ‘Ben konuşmasını bilmem ki’ dedim kadına. Tiyatro çok müthiş bir şey çünkü. ‘Ben sizi çalıştırırım’ dedi. Böylece tiyatro, hayatıma girdi. Ben tiyatroya girmedim, tiyatro benim hayatıma girdi. Bu kişi Lale Oraloğlu’ydu. 

Seslendirme de var siz de…

Tabii, çok önemli oyuncuları seslendirdim. Sophia Loren, Ava Gardner ve Cahide Sonku daha birçok kişi var seslendirdiğim. Sonra, nur içinde yatsın, Pekcan Koşar ile tanışmıştım. Onunla kısa bir evliliğimiz oldu. O çok iyi bir dublajcıydı. Feridun Kınay da yönetmendi. Benim sesimin renginin farkına varıp, dublaj yapmamı istediler. Tabii çok acemiydim o zamanlar. Defilelerden çok az para alıyordum. Önemli bir para kazandığımı hiç hatırlamıyorum açıkçası. Tiyatrodan sonra sahne de başlıyor. 

  • Peki siz "doğduğum evi" babanızın evini düşünerek yazdınız değil mi? Çok güzel bir şarkı. Tavsiye ediyorum herkese dinlemelerini.

Çok güzel bir şarkı ben de çok seviyorum. Biz altı kardeştik; hatta benden evvel bir tane daha varmış vefat etmiş. Nurullah’mış onun da adı. Babacığım Çanakkale Savaşı gazisi, nurlar içinde yatsın. İnsan yaşayınca çok şey görüyor. Biz çok çekinirdik babamdan ama babam bir gün kulağımızı çekmemiştir biliyor musun? Bizleri sevgi ve saygıyla büyüttü. Sevgi de saygıyla oluyor. Biz korkmazdık ama onun ne istediğini bilirdik. Annemin ismi Hacer. Ben doğunca rahat etmemiz için ev almış bizlere. Ben o evde doğmuşum. Hayatımın en şahane eviydi benim için. Hayat zor. Kimsem kalmadı biliyor musun? Tek başıma kaldım.

  • O yıllardaki şöhreti taşımak zor muydu? 

Hak ediyorsanız, yaptığınız işe inanıyorsanız taşıyorsunuz. Yani ben her yaptığıma inandım. Geçenlerde Boğaziçi Üniversitesi’ne gittim. Orada bana “Yeşilçam'ın kötü kadını” dendi. “Yok, kötü kadın diye bir şey yok” dedim. “Neden kötü kadın oluyorum” dedim. “Sevgilimi, kocamı köyden biri gelip alıp götürüyor. Onlar iyi oluyor da ben yalnız kalıyorum, ben mi kötü oluyorum?” dedim. Yorum farklılığı var. Ha birisini öldürürüm, yok uyuşturucu veririm tamam bu kötülüktür. 

  • Sinemada en çok hangi filminizi sevdiniz?

Selim İleri’nin yazdığı rahmetli Kartal Tibet ile oynadığım ‘Bir Demet Menekşe'deki zengin kadını rolünü çok beğenmiştim. Bir de ‘Kalbimin Efendisi'nde Altın Portakal aldığım rolü de çok beğenmişimdir. Valla oynadığım rollerin hepsini severek oynamışımdır. 

  • Şarkı söylediniz, resim yaptınız, mankenlik yaptınız, oyunculuk yaptınız en çok size yakın hissettiğiniz hangisiydi?

Bütün bu meslekler içerisinde ayrım yapılamaz. Hepsi birbirinden değerli. Ben hepsiyle mutlu oldum. İşimi çok severim. Mesela siz geliyorsunuz ya ben dün akşamdan hazırdım. Ben öyleyim yani. Severek inanarak, yaptığım işi ciddi yaparım. Kim var benim gibi? Benim içkim yoktur, ters bir yaşantım yoktur. 41 senelik bir evliliğim vardır nur içinde yatsın. 3-4 kitap yazdım. Ben moda yaptım, tiyatro eğitimi aldım. Tiyatroda en ustalardan eğitim aldım. Yıldız Kenter, Haldun Dormen ve Erol Keskin… Bunlarla oynamak kolay değildi. Ben bu nedenle kendimi hep eğiterek geliştirdim. Haldun, hatta bana bir şarkı yazmıştır. ‘Çok yaşamış bir kadınım’ diye. 

  • Öyle mi?

Tabii, onu ben müzikalde oynadım. Halduncuğum sevgilerimi gönderiyorum sana. Neler gördüm, neler geçirdim, hem çok sevdim hem de çok sevildim. Kimine göre çılgınlar gibi çemberinden geçtim feleğin. Sevilince seven, sayılınca sayan, sevmekle ilgili her şeyi bilen kadınımın ben. Bazen aç kaldım, meteliğe bile muhtaçtım ama yine de her zaman alnım ak başım dik dolaştım. 

  • Maşallah, hâlâ çok sağlıklı görünüyorsunuz. Özel bir şeyler yapıyor musunuz?

Bir tek estetik yaptırmayan ben varım. Hiçbir yerimde estetik yok. Ben de biliyorum yüzümde çizgim var ama olsun o benim hayat hikayem. İstemiyorum, ben bana yabancı olayım. Yani çok sevdiğim arkadaşlarım mesela ‘Ajda’mı çok severim, o yapar. Çok sevdiğim bir insandır. Eskiden, sabah altıdan saat sekize kadar yürür sonra denize girerdim. Şimdi kılcal damarlarda oluşan iltihaptan sonra biraz yürüyememeye başladım. Yediklerime gelince valla sebzeye değer veririm. Zeytinyağı kullanırım. Kızartma fazla yemem ama ara sıra kaçırdığım oluyor tabii…

  • Eski arkaşlarınızla görüşüyor musunuz?

Türkan'la (Şoray) ‘Çile’ adlı bir film yaptım. Gayet şeker biridir Türkan. Ona çok saygı duyuyorum. Ajda (Pekkan) benim arkadaşımdır. Birlikte filmde de rol aldık, telefonla konuşurum. Filiz'le (Akın) konuşuruz. Nebahat Çehre ile aynı jenerasyon insanlarıyız. 

  • Yılmaz Güney ile tanıştınız mı?

Kadıköy’de Kafkas Kulüp diye bir yer vardı. O zamanlar Pekcan Koşar’la evliydim. Bir gün ‘Yılmaz Güney’ kulübe gelecek dediler. Ruhi Su şarkılarını bilir misiniz? Aynı kulüpte çalışıyorduk. Ben Batı söylüyordum. O daha bir folklor söylüyordu. Ben de henüz sahnede yeniydim. Nerede, ne söylenir bilmiyordum, yani kendi çizgimi bilmiyordum aslında. Yılmaz beyle tanıştım tabii. Ama o bizimle konuşmazdı.

  • Neden?

Ters bir olay biliyorsunuz onlar için. Mankenken şarkıcı da olmuşum. Ama bir süre sonra bana oyuncu olarak bakmaya başladı. Hatta bir filminden bana teklif geldi. Bir öğretmeni oynayacaktım. O zamanlar bir filmden 2 bin TL alıyordum. Film için 10 bin TL istedim. Yılmaz Güney, 40 bin alıyor, size 10 bin veremeyiz dediler. Ben de rolü kabul etmedim. Eğilmeyen bir yapım da vardır.

  • Unutamadığınız bir anınızı anlatmanızı istesem kiminle olabilir?

O kadar şeyler var ki… Yıldız Kenter, Türkiye’nin çok önemli bir sanatçısıydı. Ayrıca çok iyi arkadaşımdı. En son Yıldız (Kenter) hocayla turnedeydik. Bir akşam vali bey bizleri yemeğe davat etti. Oyundan sonra hepimiz yemek yiyoruz. Yemekten sonra hepimize küçük küçük hediyeler verdiler. Yıldız Hanım’a, bir kitap hediye ettiler. Bana da bir ağızlık verdiler. Yıldız Hanım, ‘Lale sigara içmez ki’ deyince, oradakiler, ‘Olur mu? her zaman fosur fosur sigara içiyor’ dediler. Çok tatlı bir anıdır benim için bu.

  • Şimdi gözlerinizi kapattığınız zaman anne evinde olduğunuzu hayal edin. Burnunuza ne kokusu geliyor, o anları nasıl anımsıyorsunuz? 

Özlem var. Adını koyamadığım bir renk var orada. Yani tutamadığımız bir şey var. Yani boşluk demiyecem ona isimlendiremeyeceğim bir duygu var. Olmayan olan. Evet nesne olarak yok ama var? 

  • Son kez ne söylemek istersiniz? 

İnsanlar sevgi ile her şeye ulaşabilirler. Sevmeden hiçbir şeye ulaşılmaz. Sevmek en güzel zenginlik. Allah’ın bize verdiği en güzel duygu… Bir de saygı duymak lazım.

Lale Belkıs ile olan röportajımızı izlemek için lütfen tıklayınız...