48 yıldır mesleği hakkıyla yapan Mahmut Cevher, setleri çok özlemiş. Usta sanatçı, “Elektriğim fazla o yüzden adımı kabadayıya çıkardılar” diyor

Türk Sinamasının mihenk taşlarından biridir bana göre Mahmut Cevher. 70’li yılların aranan aktörü bugün 70’lerin ortasında ama hâlâ yakışıklı hala zıpkın gibi. Uzun yıllardır kamera önünde değil… Setleri çok özlediğini konuşmalarından anlıyorum. “Peki, bu kadar özlemenize rağmen neden sizleri göremiyoruz sinema veya ekranlarda” diye soru soruyorum. Cavabı beni üzüyor. “18 yıldır bana iş vermiyorlar” diyor başarılı oyuncu. Sebebini de açıklıyor tabii. Cevabı satır aralarında gizli… 

  • İlk şöyle başlayayım. Sağlığınız nasıl?

iyi görünüyor muyum?

  • Çok iyi görünüyorsunuz.

O zaman sorun yok.

  • Röportajımın konsepti ‘hatıralar’ olduğu için öncelikle nasıl keşfedildinizi merak ediyorum doğrusu.

Keşfedilmedim, yarışmaya girdim. 1976 yılında Ses Mecmuası’nda kapak birincisi oldum. O dönemin altı büyük yapımcısıyla da yılda 18 film anlaşması yaptım. Anlaşma yaptığım filmlerden ilki ‘Aile Şerefi’ filmiydi. ilk onunla başladım.

  • Sizinle yarışmaya girenler arasında kimler vardı?

Aklımda kalan rahmetli Oya Aydoğan. O kızlarda, ben erkeklerde birinci olmuştum.

  • Bugün bile zevkle izlenen ‘Aile Şerefi’ gibi şahane bir filmle sinemaya adım atmak, büyük şans. 

Evet, büyük bir şanstı benim için ancak bir yandan da şansızlıktı aslında.

  • Neden?

Dönemin yapımcısı Ertem Eğilmez, kendisi dışında, kimseyle film yapmayacağım yönünde anlaşma imzalamak istedi. Ancak, ben özgür ruhlu bir adamım. Kimseye bağlanmam. Kabul etmedim. Bu sebeple bana karşı bir tavır aldılar ve işlerimi engellediler. Bir sürü sıkıntılar oldu o dönem.  5-6  film yaptım sadece. 

  • Sonra, Avrupa'ya gittiniz.

Evet.  Sinemayı birkaç sene bıraktım. Zaten sonra şarkıcı, türkücü ve seks filmi dönemi başladı. Ekonomik sıkıntı çeken arkadaşlarımız dayanamadı oynadılar. Ama sonra yok oldular. Ben direndim, Halen de direniyorum. Avrupa’ya ilk etapta 1967'de gittim 3-5 yıl kaldım. Ben aslında denizciyim. İlk sefere çıktığım yer Yunanistan. 

  • Sizin gibi usta bir oyuncuyu neden ekranlarda veya sinemada göremiyoruz?

Bakın ben 48 yıllık sanatçıyım. Para kazanamıyorum. 18 yıldır bana iş vermiyorlar.

  • Neden iş vermiyorlar?

Elektriğim fazla, ismimizi kabadayıya çıkardılar. Benim bir çizgim var. Kanada’dan bir film ekibi benimle röportaj yaptı. Birçok ünlü aktörle beni aynı tutuyorlar bs. Yakında ‘Toronto Film Festivali’ başkanı İstanbul’a benimle görüşmeye gelecek. Benim ‘Savruluş’ adlı bir hikayem var, onu çekmek istediler. 2 saat içinde hayatı değişen bir insanın hayatını anlatıyor.

  • Siz oynayacak mısınız?

Evet, ben oynayacağım. 

  • Ses Mecmuası çok önemliymiş o dönemlerde. 

Rahmetli Oya Aydoğan ile 18 filmlik anlaşma yaptık ve bize 10 bin liralık avans verildi.

  • O dönem çok muydu 10 bin lira?

O dönemki birçok başrol 30 bin lira almıyordu. Ama ben alıyordum.

  • Bu aldığınız paraları değerlendirebildiniz mi?

Hayır. Ne evim ne de arabam var. Ben özgür bir adamım. Paylaşmayı çok severim, aldığım paraları dağıtıyorum. Sosyalist bir ruhum var.

  • Peki ilk kamera deneyiminizi hatırlıyorsunuzdur. Neler hissettiniz?

İlk kamera deneyimim İtalyanlarla oldu. Sonra Rahmetli Cüneyt abi (Arkın) Fikret abi (Hakan) ve ben üçümüz bir fimde rol alıyorduk. Sette kolum kırıldı. İlk müdahaleyi rahmetli Cüneyt abi yaptı. Onunla sinemaya girmeden tanışıyorduk. Ben, araba yedek parça işi yapıyordum. Cüneyt abinin bir mercedes arabası vardı, onun şu kavgacı oyuncu arkadaşları var ya bana geldiler, o zaman parça bulmak kolay değildi. Arabanın bir parçasının teminini sağladım. Cüneyt abi ile çok iyi dostluğumuz vardı. Birlikte yemeklere çıkardık.

  • Cüneyt Arkın’ın sinemaya geçişinizde bir etkisi oldu mu?

Hayır, olmadı. Yarışmaya girdiğimizde tek torpili olmayan insan bendim.

  • Aile Şerefi, sizin ilk kamera karşısına geçtiğiniz filmdi. Setten aklınızda kalan bir şey var mı?

Aile Şerefi, bayağı uzun bir filmdi aslında. Ancak maalesef bazı sahneleri sansüre uğradı. Aslında sansür olmasaydı daha güzel bir film ortaya çıkacaktı.

  • Arkadaşlıklar nasıldı sette?

İyi de değildi, kötü de değildi. Bakın bizim sinemada herkes biribirine rakiptir. Ama şimdiki oyuncular öyle değil, birbirleriyle ortam oluşturuyorlar. Bu benim hoşuma gidiyor, birbirleriyle arkadaşlık ediyorlar, tatile çıkıyorlar. Bizde de karşılaştığın zaman ‘canım nasılsın?’ O kadar. Bundan öte gitmezdi. 

  • Peki, görüştüğünüz var mı? o dönemlerden?

Bülent Bilgiç ile görüşüyorum. Benim görüştüklerimin hepsi öldü maalesef. Aslında ben ruhen o aleme hiç uyamadım. Gidip işimi yapıyordum sonra sinemanın dışına çıkıyordum. Sinema camiasından çok arkadaşım yok açıkçası. Az önce de söyledim. Karşılaştığın zaman ‘canım nasılsın?’ diyorsun. Tam bir tiyatro sahtekarlığı. Tiyatrocular çok yapar bunu. Mesela onlara bir şey ikram edersiniz, daha tatmadan ‘Oh ne kadar güzel’ derler. Dostlukları da böyle sahte. Yani bir cep telefonu var, insan bir ‘alo’ der. 

  • O yıllardaki Mahmut Cevher’e ne söylemek isterdiniz?

Çok şey söylemek isterdim ancak benim keşkelerim yok. Dünden ders çıkar yarını yaşa… Benim için sabahleyin uyanırsam, kendimi yeni doğmuş gibi sayıyorum. Gece yatmış uyumuşsam da ölmüş sayıyorum. Ne dün bugüne benziyor ne bugün yarına benzeyecek. Benim için sabah uyanıp, akşam yatacak zaman, çok önemli. Hele bu yaştan sonra zamanı hiç öldürmek istemiyorum. Biz artık vagonun son sıralarıyız. Yani keşkeleri sevmem. Eğer bunu yaparsam, kendimi çok üzerim. Kimseye de tavsiye etmem. Geçmişle uğraşmanın hiç anlamı yok. Ne diyor Mevlana “Dün, dünle gitti cancağızım şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”

  • Peki Yeşilçam size ne öğretti? Yeşilçam'ın okul olduğunu söylerler.

Yeşilçam üniversite. Her şeyi öğretiyor. İnsanlıktan üçkağıtçılığa kadar ne varsa öğretiyor.  Ama orada yetişen sanatçılar özveriyi de benimsemiş insanlar. Şimdikilerin canı çok tatlı. Ben hiç dublör kullanmadım. Sanıyorum 20 filmim vardır. Hep seçici davrandım. Öyle yapmasıydım, 150 film olurdu herhalde.

  • O yıllara dönüp baktığınızda, Türk sinemasına dair neler söylemek isterdiniz? 

Size bir örnek anlatayım.  Bir prodüksiyon, arkadaşımıza, yönetmen ‘Bana bir iki tane kuru kafa lazım’ diyor. Ertesi gün sete geldiğinde, bakıyor ki masanın üzerinde dokuz tane hakiki kafatası duruyor. ‘Bu ne diyor?’ set çalışanları. Topkapı mezarlığına gidip, mezarı kazıp, kuru kafa çıkartıp getirmişler. Mesela rakı yerine ayran, viski yerine çay kullanılıyordu. Eskiden bir haftada üç sete giderdik. Dört  günde de bitiyordu film. Herkes, kendi gardıroplarından, kendi makyaj malzemelerinden kullanırdı. Öyle extra bir şey yoktu yani. Şimdi her şey geliyor sete, kıyafetin geliyor, makyözün geliyor. Ayrıca özel karavanın var. Ben bir dizide oynadım. Karavanın var, makyözün var, yemeğin geliyor en güzelinden… Bu yaşta ilk defa yaşadım. Hoşuma gitti. Ama yine de eklemek istiyorum. Sanatçı çok rahat olmayacak . Rahat olursan üretemezsin. Sanat zorlukların içinden çıkar, güzellikler hep oradan çıkar, üretim oradan gelir. Biz kışın yalınayak karların içinde dolaşıyorduk. Yazın bunalıyor, kışın donuyorduk. Şimdi karavanların içi konforlu. Bizler sokakta kıyafet değiştirirdik. O zamanlarda çekimleri de caddelerde çeker ve kalabalıkta insanlar izlerdi. Üç dört kişinin yardımı ile onların arasında kıyafet değiştiriyorduk. ‘Aile Şerefi’ filminden bir şey anlatayım. Mahmut Hekimoğlu çok yemek yerdi, üç defa sıraya girerdi. Bir de ‘yemeyen bana versin’ derdi. Allah rahmet eylesin. 

  • Keşke kendisiyle röportaj yapma fırsatım olsaydı, çok merak ediyorum Münir Özkul sette de Babacan rolünde miydi?

Münir abi göründüğü gibi bir adamdı. Adile abla (Naşit) setin annesiydi, herkes kucağında yatardı. Yokluklar içerisinde olsak da bizim Yeşilçam'ın samimi güzelliği vardı. 

  • Klasik soruma geldik. Gözlerinizi kapatın, anne evine gittiğiniz. Burnunuza ne kokusu geliyor? 

Annem emekli öğretmendi. Nişantaşı’nda oturuyordu. Dedikoduyu severdi. Guguk saati gibiydi. Saat 12 olunca arardı. Bir saate kadar dedikodu yapardı. Ben ‘Anne yine dedikodu yapıyorsun’ diyerek takılırdım. ‘Seninle de ağız tadıyla bir dedikodu yapılmıyor’ derdi. 15 kişi oturuyorduk sofraya, herkes vefat etti, bir tek ben kaldım. Bu yaşta özlediğim tek şey annem. Annemi çok özlüyorum. Annemden başka kimseyi özlemiyorum. Gece kendimle baş başa kaldığım zaman annem çok hatırıma gelir. Annem öleli 20 sene oldu. Halen gece 12’de annem arayacak zannediyorum. Onu atamadım üzerimden. Hayata hiç teslim olmadım… Çok düştüm, ama kalktım. Yeşilçam sinemasında bir şey vardır. Bir oyuncu belli bir yerden sonra şöhretini kaybederse biter. Bir tek beni bitiremedi.