Cem Karaca'nın eşi İlkim Karacayı, Mezin Dedeyi ile Röportaj kulübünde ağırladık...
Cem Karaca’nın eşi sitem ediyor,
“Artık bu konu kapansın, Cem’in mezarını ben açtırmadım (belgesi var)
Cem Karaca, oğluyla mahkemelikti, peki neden? (belgesi var)
Reha Muhtar Cem Karaca’yı çok üzdü
‘Cem Karaca ve Barış Manço’ kardeş efsanesi için ne dedi?
Kenan Evren ile ilk arşılaştığı zaman ne dedi?
Müftülük şarkısından neden ezan sesini çıkardı
Diyanet, Cem Karaca’yı ilahiyat derslerinde neden örnek gösterdi?
Mezarında neden ceviz ağacı istemiyordu
Melike Demirağ, Cem Karaca’ya niye mektup yazdı?
Avukatı Cem Karaca’yı hangi konuda dolandırdı?
Koyu bir CHP’li olmasına rağmen partiyi neden çok eleştiriyordu?
1976 yılında bir dergide yapılan röportajda muhabir Cem Karaca’ya soruyor:
Topluma karşı bir göreviniz olduğunu düşünüyor musunuz, bu görev nedir?
Usta cevaplıyor: Biz, gençlik ve kitleyle diyaloğu olan sanatçılar olarak, topluma nasıl faydalı olacağımızı, ince bir araştırmayla saptayıp, kitlenin daha doğru ve gerçeğe yönelmesini sağlayacak eserler üretmeliyiz. Şüphesiz, bu üretimin, belirli bir ekonomik ve sosyal bazı tavırları önermesi de kaçınılmaz.
Cevabın asaletine bakar mısınız?..
Bu hafta “Röportaj Kulübü”mde Cem Karaca’yı anmak istedim ve o nedenle sevgili zarif eşi İlkim Karaca ile Cem Karaca Kültür Merkezi’nde şahane bir sohbet gerçekleştirdim. Kendisini "Türkiye’li rock ozanı" olarak tanımlayan Cem Karaca’nın vefatının üzerinden 19 yıl geçti. Ülkesinin, Anadolu toprağında çaresizce yaşamaya, ayakta durmaya çalışan insanlarını, yalnızlıklarını, yetmezmiş gibi köylerden kentlere 1960’lardan itibaren göç edenlerin de acılarına ses olmak, soluk olmak, yürek olmak zor iş. Öyle kolay olunmuyor tabii Cem Karaca olmak.
“Çok yorgunum…
Beni Bekleme Kaptan / Seyir defterini başkası yazsın / Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman/ Beni o limana çıkaramazsın…”
Tüm yaşananlar çok yordu Cem Karaca’yı ve kalbi 59 yaşında bu yorgunluğa dayanamadı.
İlkim Karaca, sevdiği adamın sevinçlerini ve kalp kırıklıklarını anlattı;
‘Ben Bir Ceviz Ağacıyım Gülhane’de diyen, ancak mezarında ceviz ağacı istemeyen Cem Karaca… Vefat etmeden önce oğluna dava açan Cem Karaca…
Bu ülkeden büyük bir usta geçti… Buyurun sohbete…
Şimdi ben Cem Karaca'yı sizden dinlemek istiyorum, hayatınızdaki Cem Karaca nasıl biriydi?
Benim hayatımdaki Cem Karaca çocuk ruhlu, dürüst, neşeli, anlatmayi seven, bilgisini her daim herkesle paylasan ve bunu yaparken de acılara bile mutlaka bir espri katan bir insandı. Mesela "Ağlayak da gözden mi olak, dövünek de dizden mi olak" diye şiveyle ve teatral yeteneğini konuşturarak, o güzel ses tonuyla söylediği cümleler eminim benim olduğu kadar, sohbet ettiği kişilerin de hala aklindadir. Cem, herseyi yaşama sevinci içinde anlatırdı. Çünkü dünyaya gelmenin çok kıymetli olduğunu bilirdi. Yasadigi onca seye rağmen hep umut doluydu ve bunu karsisindaki insana mutlaka hissettirirdi. Size şımarıklık gibi gelmesin ama bana rastladığı için kendisini çok şanslı hissediyordu. Aynı şekilde ben de aynı duygular içindeydim. Çünkü kendisini bu kadar güzel bir Türkçeyle bu kadar güzel ifade eden, söylemek istediği her şeyi hiç biriktirmeden söyleyen, bir problem varsa anında çözen ve onu da espriyle birlestiren biriydi Cem... Bana da derdi ki, "Geçinmeye gönlüm var seninle, sen benim son eşim, son kadınımsın. Artik Allah alsa da canımı eyvallah der, iç huzuruyla giderim" derdi.
Kendisinin beşinci evliliğiydi değil mi?
Benimle evet, besinci evliliğiydi ama mazide uzun süren ilişkileri de çok olmuş. Bu beş evililikten başka iki de nişanlısı olmuş. Romantik ve de çok çapkın bir adammış Cem benden önce, ama biz tanıştığımızda uslanmıştı. Ben onun sadece romantik ve sadık yanını gördüm çok şükür.
Cem Karaca, bir liman olarak görmüş sizi anladığım kadarıyla…
Bence de öyle… Kendisi bende huzuru bulduğunu söylerdi hep. “Bizim evde son sözü ben söylerim. ‘Evet’ derim.” derdi. Bunu da espriyle anlatırdı. Hakikaten, çok güzel birer limandık birbirimize desem daha doğru olur.
Çok genç yaşta vefat etti…
Evet, çok gençti. Gerçi Cem fizik olarak yıpranmış gibi görünüyordu. Herkes onu daha yaşlıyken vefat etti zannediyor. Oysa 1945 doğumluydu. Yani 59 yaşında, nefes darlığına bağlı kalp durmasından dolayı maalesef çok erken kaybettik.
Akciğerinde bir problem mi vardı?
Amfizem hastasıydı (Akciğer hastalığı).
Sigarayı çok mu kullanıyordu?
Hem de çok. Sadece ömrünün son gününde hic içmedi, daha doğrusu sağlık durumu izin vermediğinden içememişti. Ama tanıştığımız dönemlerde epey azaltmıştı. Günde iki pakete indirmişti…
Bu en az hali yani!
Maalesef öyle.
DÖNEK DENMESİNE ÇOK İÇERLEDİ
Cem Karaca’nın yasaklı olduğu bir dönem var. Vatandaşlıktan çıkarıldığı dönemden bahsediyorum. Ancak ülkeye dönmesine izin verildiği sıralarda Melike Demirağ ve o zamanki eşi Şanar Yurdatapan bir mektup yazmışlar Cem Karaca’ya. Mektupta, “Sen 7 yıl önce kaybettiğin Türkiye'ye kavuştun. Ama acaba Türkiye 7 yıl önce kaybettiği Cem Karaca'ya mı kavuştu?" diyerek sitemlerini dile getirmişler. Tabii o zamanlar siz Cem Karaca’nın hayatında değilsiniz. Ama bunu sohbet sırasında dile getirdiğini sanıyorum. Çok mu üzülmüş Cem Bey?
‘Biz Cem Karaca gibi dönmek istemiyoruz’ diye gazetelerde röportajlar da vermişler. Tabii Cem bunlari okuyup duyunca çok üzülmüş ve çok içerlemiş. Bana bu şekilde anlatmıştı.
Peki daha sonra onlar Melike Demirağ ile bir araya geldiler mi? Yoksa bu mektuptan sonra bir kopuş mu oldu? Ne oldu oralarda?
Bir şeyler olmuş oralarda. O yıllarda Cem'in hayatında yoktum. Ben 1997 senesinden son anina kadar, yani 2004’e kadar hep yanındaydım. Cem’in bana anlattığı kadarıyla olayları biliyorum. Cem, kin tutmayan bir insandı. Onu üzenleri Allah'a havale ederdi. Ancak içinde acı bırakan olaylar vardı tabii. Melike Demirağ ile sonra yolları hic kesişmemiş, karşılaşmamışlar, birbirlerini aramamışlar. Yani kimseye ‘Neden böyle söyledin’ diye sormamış Cem. Ancak Ekim 2003’te, 40. Altın Portakal Film Festivali’nden dolayı Antalya’daydık. Cem, o zaman Nazım Hikmet şarkıları için oraya davet edilmişti. Melike Demirağ'ın da bir konseri olacaktı ve biz ayni otelde kalıyorduk. Melike Demirağ, çocukluğumda benim hayran olduğum bir insandı. "Arkadaş" filmiyle tanımıştım kendisini. Onu görünce, kendisiyle sohbet ettim ve çocukken hayranı olduğumu söyledim. O da çok mutlu oldu ve bana sarılarak fotoğraf çektirdi. Cem de o samimi sohbetimize tanık olunca Melike’ye ‘ben boşverdim, gel’ dedi ve sarıldılar. Böylece konu tatlıya baglandı ve ben de onların fotoğrafını çekerek barışma anını ölümsüzleştirdim.
O yıllarda bunu böyle düşünen sadece Melike Demirağ değilmiş. Ama daha sonra Cem Karaca da 90’lı yıllarda ‘Oh Be’ şarkısıyla bu algıyı yıkmaya çalışıyor gibiydi.
“Ben döneksem döndüm diye memleketime
Döndüm baba döndüm işte oh be” diye söylemiş Cem. Ne yaşadıysa onu söylemiş. Yaşadıklarının alın yazısı olduğuna inanmış ama bana bu konuyla ilgili kimlerin yalan haber yaptırdığını, kendisi hakkında açılan davaların neler olduğunu, bu davalarla ilgili süreçleri kimlerin ne şekilde değiştirdiğini bildiğini anlattı ve yine o espirili uslubuyla ‘konjonktür’ diyerek ifade etmisti. Yani bütün yaşadıklarını, mukadderattır inancıyla kendi içinde sindirmeye çalıştı ve başardı da.
Bazı çevreler, Cem Karaca’nın yurda geldiğinde sanki kafasının karışık olduğunu dile getirmişler…
Öyle gibi göründüğünü düşünenler çok oldu. Almanya'da bir otelde görüştüğü rahmetli Turgut Özal’a ülkesi aleyhine hiçbir şey söylemediği halde vatandaşlığının kaybettirildiğini anlatmış. Zaten Sayin Özal sayesinde vatandaşlığını geri kazanmış. Bundan dolayı çok mutluydu. Hatta birçokları tarafından yanlış bilinen bir olaydır bu, bu vesile ile ben de buradan düzeltme sansı bulmuş olayım: Almanya'da yaşadığı dönemlerde ‘haymatlos’ (vatansız) pasaportuyla yaşadığı zaman, birçok ülkeden başka pasaport aldığını yazmışlar. Hiç böyle bir şey yok. Ömrü boyunca bunları düzeltmek için çabaladı Cem, ben de buna yakinen sahidim. Yaşadığı dönemde yine aynı şeylerin yazıldığını görünce de ‘Ne derlerse desinler. Yaşadığım gerçekleri ben bilirim. Ben Türkiyeli bir rock ozanıyım. Ermeni Hristiyan bir anne ile Azeri Türkü bir babanın oğluyum ve ben babam gibi Bektaşi olarak yetiştirildim. Bundan gurur duyuyorum’ derdi. Zaten şimdi, Karacaahmet'in yanındaki İran mezarlığında babasının yanında sonsuz uykusunda.
MÜFTÜLÜK ŞARKININ İÇİNDEKİ EZAN SESİNİ PLAKTAN ÇIKARTTI
Cem Karaca aslında kendine has bir adammış. Sol görüşlü olmasına rağmen, Özal'ı seviyor, Demirel'e saygı duyuyor. Bahçeli'ye bir teşekkür mektubu yazıyor. Üstelik bunun üzerine Ahmed Arif'in şiirini ezanla birleştiriyor. Yani uçlarda değil mi?
Evet, cok uçlarda. Cem yaratıcılığını ve insanlığını sanatına çok başarılı bir şekilde yansıtabilen, çok yiğit ve cesur bir insandi. Bu yaradılıştan gelen bir şey. İsyankar bir ruh ama aynı zamanda da çok merhametli. Özgürlük, barış ve memleket sevdalısı olmuş hep.. Cem’in isyankarlığı ve cesaretinin zaman zaman kendisine zararı dokunsa da o hayati boyunca hep doğru bildiğini yapan bir insan oldu. Bu şarkı ve ezan meselesi de biraz öyle. Ahmed Arif’in şiirini bestelediğinde, şarkinin başında ezan sesi kullandigi için Muftülük’ten tepki alarak tartışmaya sebep olmuş. Sonunda da ezan sesi şarkıdan cıkartılarak öyle yayınlanmış.
Ama bir süre sonra aynı diyanet, Cem Karaca'nın 45 yıllık anısını, ‘çocukları camiden soğutmayın’ diyerek, ilahiyat okuyan öğrencilere örnek olarak sunuyor.
Doğru. Hikaye şöyle; Cem çok küçükken camiye gidiyor. Ayağı alçıdan yeni çıktığı için, secdede ayağını tam kıvıramayarak namaz kılmaya devam etmiş. Camiide birisi onu böyle görünce “senin kıldığın bu namaz geçersizdir” demiş. Cem 12 yaşında yaşadığı bu olayla birlikte sorguluyor ve camiiye gitmekten soğuyor ama bir yandan İslam’a olan ilgisi hep devam ediyor. Okuyup, araştırdıkça dini inancı daha da güçleniyor ve zaten sonraki zamanlarda yeniden camiiye de gitmiş. Cem, bu yaşadıklarıyla da örnek oluyor ve her zaman bundan kıvanç duyardı.
Bir konserinde de Taksim Meydanı’nda şarkı söylerken Hilton'u göstererek kapitalizmi eleştiriyor mesela. Gerçekten farklı bir kişilik…
Cem farklı biriydi. Yurt dışından döndükten sonra Kenan Evren ile karşılaştığı zaman, Kenan Evren'nin karşısına geçmiş, ‘Ben size ne kırgınım, ne küskünüm, ne de dargınım. Size ancak şunu söyleyebilirim ki; Robert Kolejli bir öğrenci olarak, okulda İngilizce öğrenmiştim. Vatandaşlıktan atılınca Almanya'da kaldığım o 7,5 sene boyunca sayenizde bir de Almanca öğrendim’ deyince; Evren de ‘Cem ne yapalım? Seni çağırdık ama gelmedin’ demiş. Cem de ‘Kenan bey, siz beni Hilton Oteline çağırmadınız ki’ diyerek gülmüş. Cem kendisine, vatandaşlıktan çıkartılmasına sebep olarak en büyük acıyı yaşatan insanın karşısında bile işte bu kadar mütevazı, espirili ve hoşgörülü davranmış.
Hiç kimseyle küs gitmedi mi yani? İnsanız çünkü yani affedemeyeceğimiz insanlar vardır…
Kesinlikle var. Hepsini isim isim biliyorum. Ama o insanlara söz hakkı vermek istemem. Ben o insanlara zaman zaman ‘40 yıllık dostuyum’ diyerek Cem Karaca anmalarında rastlıyorum. Televizyonlarda ve röportajlarda Cem'in ismini kullanarak kendilerine bir dostluk payı çıkarmaya çalıştıklarını görüyorum ama ben de Cem gibi onları Allah’a havale ediyorum.
NAİM SÜLEYMANOĞLU BENİ ARAYAN TEK KİŞİYDİ
Müzik grubundaki kişiler mi bunlar?
Cem Karaca'nın eskiden birlikte çalıştığı arkadaşları da var, başkaları da...
Cem Karaca’nın ardından ne oldu? Vefa gösterdiler mi size?
Ben gerçek bir dostluğu Cem'in sağlığında ya da Cem'in ardından hiç kimseden görmedim. Pardon, bir kişiden gördüm. O da rahmetli Naim Süleymanoğlu’dur. Zaman zaman telefon ederdi. Hem bayramlarımı, hem kandillerimi kutlardı. “Seni hiç kimsenin yalnız bırakmaması gerekir, sen Cem Karaca'nın eşisin. Seni arayan var mı? Halini hatırını soran var mı? ‘Bir ihtiyacınız var mı?’ diye soran var mı hiç?” dediği zaman ona, “Naim yok, sen varsın Allah razı olsun” derdim. “Ne zaman, ne istersen telefonum emrinde” derdi. Hiçbir zaman bir şey istemedim tabii ama söylemesi yeterliydi ve çok kıymetliydi benim için. O da nurlarda uyusun.
Cem bey son dönemlerinde maddi anlamda nasıldı? Teliflerini alabiliyor muydu?
Enteresandır, Cem’i MESAM’a (Türkiye Musiki Eserleri Sahipleri Meslek Birliği) ben kayıt ettirdim. O zamana kadar Cem üye değilmiş meğer. Telif haklarını bu vesileyle son bir iki yılda almaya başlamıştı ama maalesef Cem’in sağ olduğu zamanda da çok az bir telif geliyordu. Ne yazık ki hala da öyle. Umarım en kısa zamanda olumlu değişiklikler yaşanır.
Koyu bir CHP’li olmasına rağmen sık sık partiyi eleştirdiğini de okudum.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Bakırköy ilçesine kayıtlı bir sanatçıydı Cem Karaca. CHP’yi ve o zamanki Genel Baskan Deniz Baykal’ı en çok eleştiren kişilerden biriydi. Bir seçim zamanında rahmetli Tarık Akan'ın sahibi olduğu okula, Taş Mektep’e oy kullanmaya gitmiştik. Kime oy vereceğini sorduğumda; ‘Hiç istemiyorum, içimden de gelmiyor, çok eleştiriyorum ama babadan böyle gördüm. Gene CHP’ye vereceğim’ demişti.
İçinden neden gelmiyordu?
Cem, Atatürk sevdalısı olduğu için Cumhuriyet Halk Partisini’nin çok farklı yerlerde olması gerektiğini söylerdi. Solda birliğin olmamasından dolayı çok büyük üzüntü duyuyordu. ‘Tam seçim zamanı yaklaştığı zaman sürekli bölünüyorlar’ diyerek çok üzülüyordu ama AK Parti kazandığı zaman da centilmence ‘demokratik bir sanatçı olarak onları tebrik ediyorum’ demişti.
Cem Karaca’nın hayatı film oluyor, izin aldılar mı sizden?
Kimse benden izin almadı. Ben de sizin gibi gazeteden okudum, ne kadar doğru haber bilemiyorum ama elbette izin alınması gerekiyor.
Kanuni hakkınızı kullanacak mısınız?
Eğer izinsiz bir durum olursa tabii ki kullanacağım. Filmciler bunu adet haline getirdiler galiba. Çok yanlış bir şey. Şu an çekildi mi, hangi aşamada, hiç bilmiyorum ama benim de iznim olmadan vizyona giremez hatta dijital platforma da verilemez. Reklam oluyor diye böyle bir yol mu izliyorlar ve bu haberleri çıkartıyorlar diye düşünmeden edemiyor insan. Ayrıca benim için önemli olan diğer bir konu da Cem’in gerçek hayat hikayesinin beyaz perdeye olduğu gibi yansıtılması. Kurgusu çok yoğun olan ve Cem’in gerçek düşüncelerini yansıtmayan bir projeye onay vermeyi düşünmüyorum. Zaten Cem de yanlış bilgilerden dolayı yeterince kalbi acımış ve çok kahır çekmiş bir insandı. O yüzden kendisi de asla böyle bir şeyi istemezdi ve kabul etmezdi.
RATİNG UĞRUNA ONU ÜZDÜLER
Peki, ülkeye döndükten sonra kendisi için söylenen sözlerden dolayı yara kaldı mı?
Kesinlikle kaldı. Kalbindeki o acı hiçbir zaman gitmedi. Hep hatırladı. Ve ne yazık ki, sadece o değil, ondan sonra da bazı şeyler oldu, ve Cem onların da acısını çok yaşadı. Çalıştığı plakçılar, sanatçının haklarını koruyan/korumasi gereken şirketler, yanlış haber yapan medya ve maalesef bu yanlış haberlere inanan halk bile istemeden de olsa acı çektirdi Cem’e. Bir gün Adana’dan konserden geliyoruz, havaalanındayız. Herkes çok kötü bakıyordu Cem'e. Cem dedi ki, “Yavrucuğum baksana bende bir gariplik mi var, bir yerimde bir şey mi var, niye bana böyle bakıyorlar?”. Endişe duymuştu. Eve geldik, bir de ne görelim; akşam haberlerde “Ve eski marksist Cem Karaca, şimdi de ezan okudu” diye bir haber gördük. Reha Muhtar’ı aradık, “neden böyle bir şey yapma gereği duydun” deyince, Reha Bey de ‘rating Cem, rating’ dedi. Ama, ‘düzeltiriz’ de dedi.
Düzeltti mi?
Hayır, ne yazik ki hiçbir zaman düzeltilmedi. Rating uğruna koskocaman bir sanatçıyı üzdüler. Biz buna gerçekten çok üzülmüştük. O zamanlar şimdiki gibi sosyal medya olmadığı için kendinizi rahat ve doğru biçimde hemen ifade edemiyordunuz. Hatta Cem’in ardından da başka üzücü haberler yine yapıldı ama neyse ki Cem’im bunları görmedi. Görseydi çok üzülürdü ama bu sefer de ben tek başıma bunlara katlanmak zorunda kaldım. Mesela, ben bir röportajda evimizin ‘müze evi’ olarak yapılması talebimi dile getirmiştim. Bu istek kabul görmediği için gazeteler bunu ‘ev ve miras kavgası’ olarak yazdı. Halbuki bu doğru değildi. Ben hic bir zaman miras ya da ev kavgası yapmadım. Cem’in vefatından hemen sonra miras zaten paylaşılmıştı. Bununla igili bir sorun benim tarafımdan hiç olmadı.
Sizin birlikte yaşadığınız evi mi müze haline getirecektiniz?
Evet, çok istedim, Cem’in tüm eşyalarının olduğu gibi korunduğu, yaşadığı huzurlu yuvasının müze ev olarak dönüştürülmesi onun gibi büyük bir sanatçıya çok yakışırdı. Zaten Cem’in de isteği buydu. Bu yüzden sağlığında bana noterden vekaletname vermişti, ‘müze ev’ yapabileyim diye. Vefatından sonra o vekaletname geçerli olmuyormuş, ben de sonradan öğrendim. Cem çok istemişti ama diğer mirasçı istemedi. Ben belki dedim yani zaman geçince Cem'in isteğine saygı gösterirler diye düşündüm, bekledim ama maalesef öyle bir şey olmadı. Nasip değilmiş.
Emrah Karaca mı istemedi?
Evet, o istemedi. Dolayısıyla yapamadım. Hatta Cem’den bana miras hakkımla kalan eşyalari bile olduğu gibi bırakıp çıktım evimden. Ben burada bu küçük köşeyi hazırladım. (Cem Karaca Kültür Merkezi’ndeki köşeyi gösteriyor). Cem’den hatıra kalan fotoğraflar ve bazı şahsi eşyaları var burada.
Samimiyetinize inanarak şunu sormak istiyorum, siz mi talep ettiniz, Karaca’nın mezarının açılmasını. O zaman bayağı bir eleştirildi bu konu?
Asla, ben talep etmedim. Maalesef olayın iç yüzünü bilmeden, tek tarafli yapılan haberler yüzünden şahsıma yapılan cok fazla haksız eleştiriler oldu.
Biliyor musunuz, şu anda bile her yerde öyle yazıyor. Bunun gerçeğini biz yazalım öyleyse. Konu tam nedir?
Konu biraz acı.. Hem de çok acı.. Cem vefat ettiği zaman mahkemelik olduğu oğlu ve onun annesi bana saldırdılar. Vefatından birkaç saat sonra hemen olan bu olaylar bana büyük bir şok yaşattı. Cem’i kaybettiğime mi üzüleyim, yaşananlara mı bilemedim. O an çok garip bir durum oluyor, ölüm acısıyla birlikte sanki siz siz olmaktan çıkıyorsunuz da, etrafa farklı gözlerle cam bir perdenin arkasından bakıyorsunuz gibi. Duyuyor, konuşuyorsunuz ama yapılanları bir yandan büyük bir hayretle izliyorsunuz. İtiraz etmek istiyorsunuz ama gücünüz yok. Sanki bağırıyorsunuz ama sesiniz çıkmıyor gibi.. Özetle, Cem’in ölmeden önce oğlu ile mahkemelik durumları vardı. Cem’e ait olan oturduklari evden çıkmalarını (ki bizim oturduğumuz dairenin hemen karsı dairesi idi) ve de nezhebin tespitinin yapılmasını istiyordu. “Ben çocuk yapmaya muktedir değilim” diyordu. Bunu defalarca hem oğluna, hem annesine söyledi. Avukata verdi, hatta biz davalar açıldı biliyorduk. Avukat ev tahliye davaını açmiş, nezhep tespiti davasini bekletmiş meğerse. Ben bunların hepsini Cem’in vefatından sonra bu olayları yaşayınca öğreniyorum tabii.
Savcılığın izin vermesi için birinin talep ediyor olması gerekiyor. Kimdi talep eden?
Ben sana belgelerini göndereyim sen de görmüş ol. Anne - oğul talep etti maalesef.
Neden? Cem Karaca zaten oğlunu kabul etmiş ve nüfusunda görünüyor. Ve mirasta paylaşılmış. Talep etmeleri ilginç geldi açıkçası...
Mantığı şaşırtan hareketler yaptılar. Çok garip, her şeyi benim üstüme yıkmak istediler. Ben hayatimda ilk kez dava işleri ile tanıştım bu durumlardan dolayı. Bana yaptıkları haksızlıklar sebebi ile onlarla karşılaşmamak için davalara gitmeyince, bu onlarin lehine çalıştı. Avukatlara bütün belgeleri verdiğim halde, benim bildiğim bilgilere sahip değiller tabii, ne olmuş neler yaşanmiş, onlar Cem’den duymadi ki… Ben davalara katılmayınca da aslında kendilerinin yıllardan beri süren problemlerini benim iddiammiş gibi yansıtmaya çalıştılar. Sonuç olarak Cem’in oğlu ve annesi istedi mezarının açılmasını. Ben birkaç yerde bunu belgeleriyle anlatmaya çalıştım ama bir takım medya yine yayınlamadı ya da kismi bilgi yayınlandı, o yüzden hep benimle ilgili bir soru işareti oldu bu konuda. Ve hatta birçok kişi belgeleri incelemek yerine doğru olmayan haberlere inanmayi seçtiler. Çok uzun yılların olayları tabii, belgeler de hem çok fazla, hem çok bilgi kirliliği var, Üşenmiş olanlar olmuş olabilir. Herkesi anlamaya çalışıyorum bir yandan. Karşı tarafı bile anlanmaya calıştım. Yani yılların birikimi var, bir kızgınlık olabilir. Boşanmaları çok kötü olaylarla olmuş ama bunun benimle ne ilgisi var. O yüzden bana yaşatılanları kesinlikle anlayamıyorum ve haksız buluyorum. Ben de anne olduğum için Cem ile oğlunun arasındaki ilişkiyi iyileştirmek için hep çaba harcadım. Bunun bir çok şahidi var, yapılanlar ortada ve ispatlıdır. Ama Cem sonra kendisi fikir değiştirdi ve daha fazla şey yapmak istemedi. Zaten benim zorumla bir sürü şeyi istemediği halde yapmış bulundu. Ve Cem artık yapmak istemediği zaman da Cem'e yine kin duymaya başladılar. Yani konunun benimle gerçekten ilgisi yok aslında. Cem’in de dediği gibi yaşayan bilir zorluklarını, gerçekten çok zor zamanlar geçirdim bu yüzden, büyük haksızlıklara uğradım ama bu vesile ile bu olaya da artık senin kaleminle noktayı koymus olalim.
Neden istemedi?
Çünkü Cem'in annesine de çok çektirmişler. Toto Karaca bile mahkemelikmiş onlarla, hem de çok eski zamanlarda, yani tekrar ediyorum, konunun benimle ilgisi yok. Aralarında bitmeyen bir kin süregelmiş. Düşünün yıllar boyu olan olaylar, bitmeyen kavgalar.. Kimbilir neler neler yaşandı taraflar arasında. Bazıları o zamanki gazetelere de fazlasıyla yansımış, çoğu detay oralarda görülebilir zaten. Cem, nasıl vatandaşlıktan yalan haberle çıkartılmışsa, ben de yalan haberlerle haksızlığa uğradım. Özetle, tamamen Cem’in tasarrufudur. Kendi gördükleri ve yaşadıklarının sonucunda almiş olduğu kararlardır. Benim en küçük bir etkim kesinlikle yok.
Cem Karaca evlatlıktan mı reddetmek istiyordu?
Evet, öyle istemişti, hatta bunun icin Atilla Büyükmurat isimli avukatı tuttu Cem. Meğer o avukat Cem'e yalan söylemiş. Demin de dediğim gibi Cem'in ölümünden sonra anladım ben bu durumu. Bu arada avukat daha önce bunu kendisi bir televizyon programinda canlı yayında itiraf etti aslında ama gündem o kadar karışıktı ki bu önemli ayrıntı öne çıkamadı. Neyse ki arşivlerde var, istenirse ulaşılabilir. Olaya geri dönersek, avukatına iki dava aç demişti Cem ve hatta peşin ödeme yapmıştı. Her iki dava da hem eski eşine ve oğluna idi. Davanın biri ev tahliyesi, diğeri de nezhebin tespiti davasıydı. Cem kendisi istedi yani bunlari, benimle hiç alakası olmayan konular bunlar. Bir röportajda bana, “İlkim hanım sizin bir kızınız var, Cem Bey’den çocuğunuz olsun istemediniz mi?” diye sordular. Ben de cevap olarak, “Cem istedi. Bana, ‘Eğer çocuk yapabilmeye muktedir olsaydım bir kızım olsun isterdim. Adını da Irmak koymak isterdim. ‘Neden Irmak’ dediğim zaman. ‘Annemin adı İrma. İrma koyamazdım da onun için Irmak koymak isterdim’ derdi” dedim. Yıllardır, bunlar hep başka türlü yansıtıldı, gerçekten inanamıyorum ve çok üzülüyorum.
MAALESEF EVİNİ MÜZE YAPAMADIM
Karaca, dava sonuçlanmadan mı vefat etti?
Evet maalesef dava sonuçlanmadan vefat etti. Vefatından bir ay sonra duruşma tarihi vardi ama ömrü vefa etmedi. Cem de, bu anne-oğul da geçmişte kendi aralarında neler yaşadıklarını cok iyi biliyorlar, son zamanlarda ortaya çıkan bir durum asla değildi. Ben Cem’in son yedi yılını paylaştım, ve bu konular çok daha önceden beri var. Fakat nedense anne-oğul Cem’in vefatından sonra tüm bu yaşadıklarını inkar etme yolunu seçtiler. Benim kendileri için yaptığım onca iyiliğe rağmen keşke bunu bana mal etmeye calışmasalardı. Bunu görmek ve yaşamak benim için gerçekten çok acı oldu. Cem'in onlara çok kötü davrandığını, Cem'in çevresindeki insanlar da çok iyi biliyor. Onlar kendilerince kin duymakta haklı olabilirler ama bunun benimle hiç bir ilgisi yok. Ben her zaman herkes iyi olsun istedim, tüm çabam Cem’in huzuru ve mutluluğu içindi. Mesela, Cem'in anne-babasından kalan iki dairesine Cem vatandaşlıktan çıkarıldığında şerhler konmuş. Bana verdiği vekaletle gidip bütün o şerhleri kaldırıp iki ev olarak Cem'in üzerine tapuda ben bizzat tescil ettirdim. Cem bana “Karıcığım müze ev yapacaksın, bunları sen üstüne al iki işlem olmasın” dediği zaman, “Cem olur mu? Bunlar sana anne-babandan kalan evler. Senin üstüne yapalım” diyen de bendim.
Ne oldu evlere?
Miras payı oranında her iki evin dörtte biri kaldı bana. Miras hakkıma, ben hiç itiraz etmedim. Çünkü istediğim sadece bizim Cem’le oturduğumuz yuvamızi müze ev yapmaktı. Yani öyle iddia edildiği gibi, benim hic bir zaman miras ya da ev kavgam olmadı. Ama yapamadım çunku tek mirasçının istemesi ile olacak şeyler değilmiş. Cem Karaca gibi bir sanatçıya ait bir müze olsun isterdim. O bence bunu bu dünyada çok hak eden sanatçılardan birisi. Rahmetli Kadir Topbaş sayesinde buranın adı Cem Karaca Kültür Merkezi oldu. Açılışına beni davet etti. Bir köşe hazırlamamı istedi. Ben de bu köşeyi hazırladım.
Bu bir şehir efsanesi mi? Siz Cem Karaca ve Barış Manço’nun kardeş olduğunu söylemişsiniz. Her yerde sizin ağzınızdan yazılmış. Buna da açıklık getirelim. Böyle bir şey var mı? Siz böyle bir şey iddia ettiniz mi gerçekten?
Asla, bu iddianin sahibi ben değilim. İbrahim Hızlı (Cem Karaca’nın askerlik ve aynı zamanda Almanya’da yaşadığı yıllarda evinde kaldığı arkadaşı), Savaş Manço (Barış Manço’nun ağabeyi) ve Cem Karaca.. Onlar kendi aralarinda bu konuda konuşurken ben onların konuşmalarına şahit olanlardan biriydim sadece. Her konuda o kadar açıkça ve birbirleriyle samimi konuşmaları vardı ki, bu konu da onlardan birisiydi. İbrahim Hızlı'nın, Cem ve Barış sağken bu konuları gündeme getirmeyip, onların vefatından sonra gazeteye verdiği röportajda bunları söylemesi hoş değildi. Tabii bu konu bu şekilde gündeme getirilince hem ben, hem Savaş Manço defalarca medya tarafından arandık ve konu ile ilgili bizden doğruluğunu teyid etmemizi istediler. Ben kendimce tüm iyi niyetimle dürst davranmak istedim, ve bu konuda sadece şahit olduğum duyum kısmını doğruladım, o kadar. Hatta Savaş ve ben bir televizyon ve radyo programına birlikte konuk olduk ve orada Savaş, Barış’ın abisi olarak kendisi birinci ağızdan açıklamalar yaptı. Hepsi yine kayıtlı ve ispatlıdır. Neden bilmem bu iddiayı da benim üzerime yıkmak bazılarına belki kolay geldi ama inanın iddia sahibi ben değilim. Savaş da vefat edince, ben tanınmış tek şahit olduğum için konu maalesef zaman aman gundeme getirilmek isteniyor ama konunun muhattabı ben değilim. Beni bilen bilir, hiç kimsenin özel hayatını merak eden ya da sorgulayan birisi değilimdir. O yüzden umarım bu konu artık bu büyük sanatçıların sevenlerini ve biz ailelerini daha fazla üzmeden kapanır.
O dönemlerde iki aile tanışıyorlar mı?
Tabii, tanışıyorlarmış.
Toto Karaca da hiç babasını tanımamış değil mi?
Evet, hiç tanımamış. Çok büyük ressammış babası. Adı Harut Marutyan. Annesinin adı da Mari Marutyan’mış. Anne Mari Amerika’da evleniyor. Hamileyken Türkiye’ye dönüyor. Toto Karaca, burada doğuyor ama babası Amerika’da kaldığı ve orada vefat ettiği icin hiç tanışmıyorlar.
Cem Karaca’nın kızınızla ilişkileri nasıldı?
Çok iyiydi, çok severdi Martı onu. Kızımın babası Hakan Balamir biliyorsun. O da nur içinde yatsın inşallah. Cem de Martı’yi çok severdi ve ona ‘kızım’ derdi hep. Hatta Avustralya'ya bir konsere gittiğimizde ‘üvey kızı da konsere geldi’ diye gazetede yazınca üzüldü ve ‘Niye böyle yazdiniz? O benim kızım’ demişti.
Hayat çok garip değil mi? Nüfusundaki çocuğa ‘benim değil’ diyor. Sizin kızınıza ise ‘benim’ diyor.
Garip gerçekten ama Cem bu. Onun doğallığını, samimiyetini ve gerçekçiliğini bilenler için aslında çok da normal bir yandan. O yüzden biz de hiç yadırgamadık. Olduğu gibi birisiydi Cem, hissettigini yaşar ve söylerdi, kimseden çekinmezdi.
Hâlâ yokluğuna alışamadınız değil mi?
Alışamadım. Çünkü bütün dünyamı kaplayan o kadar dolu bir insandi ki… Ve o güzel sesiyle ismimi çağırırdı ki, o yüzden en çok bana seslenişini özlüyorum.
İsminizin dışında ne diye hitap ederdi size?
(Gülüyor) bütün balık isimlerini sayardı. O günkü kilo durumuma göre değişirdi vallahi. Lapin diye çok çağırırdı mesela. Çok gülerdik Cem’in bu tarz yakıştırmalarına. Insanlara lakap takmayi çok severdi çünkü.
Yakında bir kitabınız yayımlanacak. Ne anlatacak kitap?
MCK… Yani Muhtar Cem Karaca. Ama açılımını Cem sağlığında yapmıştı: Merhamet, Cömertlik, Kahır… Cem böyle bir kitabın çıkmasını istiyordu, planlamıştık. Bir cok projemiz vardı birlikte. Kitaplarla ilgili bana birçok notlar yazdırıyordu. Hatta ilk kitabı Cem’in sağlığında çıkardım. Ona sürpriz yaptım. Kitabin ismini Cem "Gazal" koydu. Ona sormuştum ‘başka ne isimler koyalım’ diye. O da bana birkaç isim söylemişti: Fani Rubai, Allah Yar, MCK ve birkaç isim daha. Cem’in ardından Fani Rubai ve Allah Yar kitaplarini cıkarttım. Şimdı sıra MCK’da, Allah isterse.
Ben sol görüş diyorum ama siz sol görüş ifadesini kullanmadınız. Sizin deyiminizle Cem Karaca’nın, sosyal demokrat durumundan tasavvufa geçişi nasıl oldu?
Bu geçiş yeni değil, vatandaşlıktan atılmadan evvel de var. Çünkü öyle olmasa Pir Sultan’ları, Yunus Emre’leri, Karacaoğlan’ları söylemezdi diye düşünüyorum. Cem, Anadolu'ya ayağını basarak bilgilenmiş, çok zeki, çok mütevazıydı ve çok okuyan bir insandı. Aynı anda 4-5 kitabı birden okurdu ve okuduğunu tartışmaktan çok zevk alırdı. “Tasavvufa en çok yöneldiğim zaman vatandaşlıktan atıldığım zamandı. Almanya'da Kuran-ı Kerim'i İngilizce okumak zorunda kaldım İlkim” dedi bana. Türkçesini burada okumamış. “Sosyal demokrat ya da sosyalist ya da komünist niçin tasavvufi olmasın? Allah'ın huzuruna gittiğimiz zaman ‘Sen Hristiyansın, sen Müslümansın’ diye ayrılmayacak. Ben buna inanıyorum. Gittiğim zaman hiç görmediğim anneannemi-dedemi, hepsini göreceğim için seviniyorum; ama ölümden de korkuyorum. Kim korkmaz ki? Olümden kurbağa bile korkar.” derdi. Sürekli bana bir şeyleri vasiyet ederdi. Kendi vefatından sonra cenazesi de dahil olmak üzere bir çok konuda bana neyi nasıl yapmami istediğini anlatırdı. Mesela “mezarımın üstüne sadece pembe yonca ek, baş ucumda da salkım söğüt ağacı olsun, asla ceviz ağacı olmasın” dediği gibi.
Neden? Oysa ‘Ben Bir Ceviz Ağacıyım Gülhane Parkında’yı kitlelere sevdirmişti. Hâlâ da sevdiriyor…
Bak onu da esprili bir şekilde anlatırdı. “Cevizler patır patır kafamıza düşüp, babamla beni rahatsız etmesin” derdi ve gülerdi. Şu anda onun istediği gibi baş ucunda salkım söğüt ağacı var. 19 senede bu dördüncü diktiğim ağaç. Bazen yerini sevmiyor yeniden dikmek gerekiyor, ve bazen de maalesef sökülmüş oluyor. Kim neden yapıyor bilemiyorum tabii. Bu arada Cem kendi mezarının da nasıl olacağını vasiyet etmişti. Kendi çizdi mezarını biliyor musun? O yüzdendir ki Cem'in kendisi gibi mütevazı bir mezarı var. Ben de onun istediği gibi yaptırdım tabii ki. Babasıyla aynı yerde yatıyor. Onun bu isteği de gerçekleşmiş oldu. O yüzden de ayrıca mutluyum. Huzur içinde uyusunlar.