Bin sekiz yüz doksan dört yirmi beş Ekim’inde
Dünyaya gözlerini açtın Âşık Veysel’im.
Sivrialan köyünde lale, gül ekiminde,
Etrafına neşeni saçtın Âşık Veysel’im.

Baban Ahmet çiftçiydi, Karaca’ydı lakabı,
Annen Gülizar Hanım bambaşkaydı adabı,
Misafiri severdin, doldururdun boş kabı,
Yüreklerden sevgiyi biçtin Âşık Veysel’im.

Altı yaşında iken kaybetmiştin gözünü,
Can dostundu telli saz açtın ona özünü,
Duyurdun tüm âleme müziğini, sözünü,
Sivas’ta, Şarkışla’da güçtün Âşık Veysel’im.

Zaman zaman üzüldün, coştun, taştın, ağladın,
Derdini saza döktün, yürekleri dağladın,
Gönül gözün açıktı, gürül gürül çağladın.
Yalanlardan riyadan kaçtın Âşık Veysel’im.

Bilirdin ki doğada aşkla yeşerir yaprak,
İnsanları sevsen de dostundu kara toprak,
Gerçekleri kavrayıp bizlere anlatarak
Daima doğruluğu seçtin Âşık Veysel’im.

Diyordun: " Hakikati kara toprakta ara,
Benim aşkım olmasa güzelliğin kaç para?"
Çektiğin bin bir çile açmış olsa da yara,
Ölümsüzlük badesi içtin Âşık Veysel’im.

Görmeden de bilirdin eğrisini düzünü,
Eserlerin güldürdü hepimizin yüzünü,
Uğradığın her kalpte bırakarak izini,
İki kapılı handan geçtin Âşık Veysel’im.